Ana SayfaÖne Çıkanlar1937-1938 Dersim Tertelesi

1937-1938 Dersim Tertelesi

“Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi. Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”

Cemal Süreya

1937-1938 tarihlerinde Dersim’de yaşananlar yalnızca soya dayalı bir kırım değildi. Soykırım kelimesi, 1937-38’de yaşanan kırımı anlatmak için yetersiz. Katledilen insanların kültürleri, dilleri, inançları da sistematik bir şekilde topluca imha edilmek istendi. Bu nedenle tıpkı Yahudilerin kendilerine yapılan soykırımı ‘‘Holokost’’¹ olarak adlandırmaları gibi Dersimliler de 1937-1938’i ‘‘Tertele’’ olarak adlandırırlar. Nenem Sakine, 1937-1938 Dersim Tertelesi’nde dört yaşındaymış. Katledilen ailesinin ölülerinin altından kurtulmuş ve topraklarından sürgün edilmiş. Başta nenem Sakine’yi, Tertele’nin diğer tanıklarını ve katledilen tüm canları saygıyla anıyorum. 

Hiçbir zaman homojen bir toplum yapısına sahip olmayan Dersim; inanç bakımından Kızılbaş² -Aleviler ağırlıkta olmak üzere Ermenilerden Kürtlere, Kırmanç-Zazalardan Türkmenlere kadar birçok etnik kimliğe, inanca ve kültüre sahip halkların yaşadığı, geçit vermez coğrafyası ile Osmanlı Devleti’nin hakimiyet sağlayamadığı bir bölgeydi. Dersim’in hiçbir dayatmaya ve egemenliğe boyun eğmemesinin yanı sıra  Rum, Süryani ve Ermenilere yönelik sayısız soykırım yapan Osmanlı Devleti için Dersim halkının çoğunluğunun Sünni-Müslüman olmaması ve bölgede Türk nüfusunun az olması gibi nedenler de Dersim’i, kabul görmeyen ve ‘‘ıslah edilmesi’’ gereken bir yer hâline getirmiştir. 

Dersimliler, Osmanlı mühimme defterlerinde ve diğer resmi belgelerde ‘‘katli vacip’’, ‘‘rafızi’’, ‘‘din dışı’’ gibi nitelemelerle yer bulmuş; bölgedeki kimlik ve inanç farklılıkları Osmanlı uleması tarafından düşmanca tanımlanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislamları tarafından verilen ve  Kızılbaşlar’ı ‘‘kafir ve dinsiz’’ bir toplum olarak tanımlayarak öldürülmelerini ‘‘vacip ve farz’’ gören fetvalar bu duruma verilebilecek örneklerdir (Öz, 1999 & Düzdağ, 1972, aktaran Yıldız, 2014, s. 24). Türkiye Cumhuriyeti de bir zihinsel süreklilik örneği olarak 1930 yılında Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından yayımlanan bir resmi raporda Yavuz Sultan Selim’in 1514’teki Kızılbaş Katliamı’nı şükran ve övgüyle anmıştır (Aygün, 2009: 100). O yıllarda iktidarda olan ‘‘laik’’ Tek Parti Yönetimi’nin söylemleri de Dersim konusunda Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki zihinsel sürekliliği kanıtlar niteliktedir: ‘‘Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı, bugün güzel Türkiye’mizde tek bir Sünni’ye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı.’’ , ‘‘…Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş hâlde olaydı, herhâlde Dersim’i bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük.’’ (Çalışlar, 2010, aktaran Yıldız, 2014, s. 24).

Padişah III.Ahmet döneminde Dersim’deki Sunni Çarsancak ağalarının Divan-ı Hümayun’a gönderdikleri dilekçeden Dersim’e daha önce başka askeri seferlerin yapıldığı, liderlerin öldürüldüğü kalanların ise sürgüne gönderildiği anlaşılmaktadır. Dilekçede ‘‘Şeyh Hasanlı aşiretinin eşkiya ve Kızılbaş oldukları, üzerlerine gelen devlet güçlerinin bile onlarla baş edemediği, Erzurum ve Diyarbakır illeri valilerinin asker güçleri ile bunların hakkından gelmeleri gerektiği, ferman ve mahkeme kararlarını tanımayan, devlet yetkililerine karşı gelen bu gibi aşiretlere daha önce uygulandığı gibi, ileri gelenlerini idam, çoluk-çocuğunu da genel sürgün etmeleri’’ söylenmektedir  (Hezarfen-Şener, 2003, aktaran Aygün, 2009, s. 42-43).

II.Abdülhamit döneminde devletin merkezileştirilmesi ve İslam birliği politikaları çerçevesinde Dersim; içinde barındırdığı kimlikleri, hakim olunması zor koşulları ve diğer özellikleriyle Osmanlı Devleti için ‘‘sorun’’ olmaya devam etmiştir. 19. yüzyılın başlarından itibaren Dersim bölgesine daha ciddi askeri harekatlar yapılmış, II.Abdülhamit dönemine gelindiğinde de askeri harekatlar devam etmiş fakat geçmişte olduğu gibi bu dönemde de Dersim üzerinde tam anlamıyla bir ‘‘hakimiyet’’ sağlanamamıştır. II.Abdülhamit tarafından bölgeye gönderilen Zeki Paşa ve Anadolu Umum Müfettişi Şakir Paşa’dan Dersim’in ‘‘ıslahı’’ için rapor hazırlamaları istenmiştir. 1896’da hazırlanan bu rapor, bildiğimiz kadarıyla, Dersim’in ‘‘ıslahı’’ konusunda yazılan ilk ayrıntılı rapordur.  Özetle, raporda Dersim ‘‘sorununu’’ çözmek için önerilen yöntemler askeri harekat, sıkıyönetim, sürgün ve asimilasyondur. 

1896 yılında hazırlanan raporun ardından Şakir Paşa’dan Dersim’in ‘‘ıslahı’’ için yeni bir görüş istenmiştir. Bu raporda Dersim’e askeri kuşatma yapılarak insanların sindirmek ve bölgenin kültürünün değiştirmek planlananlar arasındadır. Ayrıca raporda Alevilik; Müslüman karşıtlığı olarak ele alınmış, toplumsal dokunun ve Dersimlilerin inançlarının değişmesi gerektiği vurgulanıp hangi yöntemlerle bunun yapılacağı açıklanmış ve asimilasyon için de çeşitli öneriler verilmiştir. Raporun Dersim’i asimile etme önerisi, Cumhuriyet döneminden farklı olarak Müslümanlaştırma olmuştur.   

İttihat Terakki’nin yönetimde egemen olduğu yıllarda (1913-1918) ise Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için yoğun bir iskân ve nüfus politikası uygulanır. Balkan Savaşları ile Osmanlı topraklarının üçte birinin kaybı, 24 milyon nüfustan çoğunluğu Türk olmayan 5 milyon nüfusun eksilmesi, ulus-devlet için nüfus temeli sağlar. Balkanlardan alınan ‘‘ders’’, eldeki toprakların yani ‘‘Anadolu’nun korunması’’ için öncelikle nüfusun Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesidir. Bu bağlamda 1915’te Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihatçılar için en önemli problemlerden birisi de Dersim’dir. Dersim, onların gözünde öncelikle ‘‘elde edilmesi’’ -Dersim, yüzyıllardır ‘‘ellerindeki toprak’’ dahi değildir- sonrasında da Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesi gereken bir bölgedir. 19. yüzyıldan Cumhuriyet’e kadar Dersim’e resmi olarak on bir askeri harekat yapılır. 1932 tarihli Jandarma Umum Kumandanlığı raporunda, askeri harekatlar ve Dersim’in ‘‘ıslahı’’ ile ilgili şu ifadelere yer verilir: 

‘‘Osmanlı Devleti’nin Dersim’e hakim olmaya çalıştığı 1860 tarihinden bugüne kadar Dersim’de birçok vakayı olmuş ve bazı vakayi hareketleri icap ettirmiş ve 1877’den beri Dersim üzerine ufaklı büyüklü muhtelif ve umumi 11 hareket yapılmıştır. Bu müddet zarfında Dersim’in ıslahı için zamana göre iyi ve etraflı esaslar düşünülmüş ve fakat maksat ve gaye istihsal olunamamıştır.’’

Bölge halkı, raporda on bir olan sayının gerçekte daha fazla olduğunu ifade eder. Bu askeri operasyonlarda insanlar katledilir, sağ kalanlar da topraklarından sürgün edilir. 

Türkiye Cumhuriyeti; askeri harekat, asimilasyon ve sürgün geleneğini Osmanlı’dan devralır. Zaten Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun önemli bir kısmı 1915 Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren, milliyetçi bağnazlığa ve ilkelliğe sahip İttihatçılardır. İttihat ve Terakki Fırkası döneminde Türkçü bir karakter kazanan Dersim politikası, Cumhuriyet yönetimi tarafından tam olarak aynı olmasa da benzer bir şekilde devam ettirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yirmi yılında, varlığı bilinen rapor sayısı yirminin üzerinde olup bu raporların yarısı ‘‘çıbanbaşı’’ olarak nitelendirilen Dersim ile ilgilidir (Akçura, 2008, aktaran Aygün, 2009, s. 62). Dersim’le ilgili Cumhuriyet raporları, Osmanlı dönemindekiler gibi ‘‘tedip, tenkil ve tehcir’’³ içermektedir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Eylül 1930 tarihli Dersim raporunda Dersim’in ‘‘ıslahı’’ için görüşlerini ‘‘tedip, tenkil ve tehcir’’ vurgusu yaparak belirtir:

‘‘Dersimli okşamakla kazanılmaz, silahlı kuvvetin müdahâlesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder, Dersim daha çok bir koloni gibi nazara alınmalı, ıslahatın ilk safhasını reislerin, bey ve ağaların, seyitlerin bir daha gelmemek üzere batı Anadolu’ya nakli, reisler alındıktan sonra halkın da en şerir olanlarının Dersim’den çok uzak ovalara sevk ve Türk köyleri içerisinde dağıtılması oluşturur, özellikle sakıncalı aileler bölgeden çıkarılmalı ve Trakya’ya gönderilmeli’’ (Şimşir, 2009, aktaran Aygün, 2009, s.67). 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, raporunda Dersim’e koloni yönetimi kurulması yönünde de öneriler verir. Fevzi Çakmak’ın bu önerisi Tunceli Kanunu’nun bir sonucu olarak Tunceli Askeri-Valiliği’nin kurulmasıyla gerçekleşir. İçişleri Bakanlığı’nın emriyle 1926 yılında hazırlanan Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporunda ise Dersim’in Cumhuriyet için bir çıban olduğu, bu çıban üzerinde memleketin selameti için kati bir ameliyat yapmak gerektiği söylenir: ‘‘Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir…’’ (Sılan, 2011, aktaran Baran, 2014, s. 23).  

Hamdi Bey; raporunda siyasi güçten Dersim’e acil bir şekilde müdahale talebinde bulunmuş, bu müdahalenin Osmanlı Devleti’nin yaptıklarından daha radikal olmasını istemiştir. Raporda Dersim politikasının içeriğine fiziki olarak yok etmenin dahil edilmek istendiği de görülmektedir. Önceki raporlarda olduğu gibi Hamdi Bey’in raporu da sürgünü önermekte, aşiret reislerine ve seyitlere öncelik verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Dersim’in toplumsal dokusunun bozulması için Alevi inancındaki kutsal konumlarıyla bilinen Seyitlerin listenin başında yer aldığı da rapordan anlaşılmaktadır (Baran, 2014:23). 1930 yılında hazırlanan Birinci Umumi Müfettiş İbrahim Tali’nin raporunda ise Dersimlilerin ayrım gözetilmeden yok edilmesi planlanmıştır: 

‘‘…Hiçbir tedip hareketinden olumlu bir sonuç alınamamıştır. Dersim işi yalnızca bir silahsızlandırma işi değildir. Oraya giren kuvvet her işi bitirip öyle çıkmalıdır. Seyitler, ağalar batıya sürülmeli, dağ başlarında veya hâkim noktalardaki tek tek evler ve köyler yakılmalı ve ahalisi her hâlde batıya gönderilmeli ve dağlık olmayan yerlere iskân olunmalıdır. Dersim az zamanda Türk camiasına mal edilebilir. Yüksek idare memurlarına âdeta koloni idarelerindeki salahiyet verilmelidir. Propagandaya kuvvet verilmeli ve Türklük telkini yapılmalıdır. Kürtçe yerine Türk dilinin ikamesi için ilmî ve idarî tedbirler alınmalıdır (büyük kız çocukları okutulmalıdır). Dersim işini Cumhuriyet hükûmetinin şerefine yakışacak bir biçimde kökünden hâlledecek kuvvet ve kudrette bir harekete girişmek gerekir’’ (Çalışlar, 2010, aktaran Yıldız, 2014, s. 39-40).  

Başbakan İsmet İnönü de 1935 yılında M. Kemal’in emriyle bir rapor hazırlamıştır. Rapor; Dersim’de gerçekleştirilecek harekâtın detaylarını, bölgede asimilasyonun nasıl yapılacağını ve ıslah programının nasıl yürütülmesi gerektiğini içermektedir: ‘‘Dersim vilayetini yeni usule göre teşkil edeceğiz. Muvazzaf bir kolordu kumandanı vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamları olacaklardır. Memurların hiçbiri yerli olmayacaktır.’’ (Yıldız, 2014: 46). ‘‘Bundan sonra Dersim’e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.’’ (Demir, 2009, aktaran Yıldız, 2014, s. 46). 

Osmanlı’dan farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti ‘‘modern’’ bir ulus-devlet olmak istemektedir. Cumhuriyet’in ‘‘modern’’ ulus-devlet inşası, dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından şu şekilde formüle edilmiştir: ‘‘Vatan toprağı üzerinde yaşayan herkesi Türk ve Türkçü yapacağız. Türk ve Türkçülüğü kabul etmeyenleri sistemli biçimde kesip atacağız.’’ ⁴ Türk etnisitesi üzerine inşa edilecek ulus-devlete ‘‘uymayanlar’’ sistemli bir biçimde müdahaleye maruz kalacaktı. Osmanlı’dan beri halledilemeyen Dersim ‘‘sorunu’’ da sistemli bir şekilde halledilecekti. Dersim ‘‘sorunu’’ için ulus-devlet inşası yolunda Cumhuriyet Türkiyesi’nin devlet yöneticilerine ve askerlere hazırlattığı Dersim raporlarına hukuki hazırlıklar da eşlik eder. Çıkarılan birçok yasanın ardından Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu ile  yasal hazırlıkların büyük bir kısmı tamamlanmış olur.

Yasal hazırlıklar: 24 Eylül 1925’te Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla hazırlanmış, bölgeye ilişkin sert önlem ve yasaklar içeren, Şark Islahat Planı ile başlar. 1934 yılında İskân Kanunu çıkarılır. Yasanın hazırlanışında açıklanan Hükümet Lahiyası’ndeki ifadeler amacın Türkleştirme ve asimilasyon olduğunu gösterir:

 ‘‘1927 nüfus sayımı izlenecek siyaset için önemli sayısal sonuçlar vermiş, ülkenin neresinde, ne tür bir nüfusa gereksinim olduğunu göstermiştir. Milli kültürümüz özümsenmesi istenen nüfus kitleleriyle, yetki gücüne sahip olan nüfus unsurlarının yerleşim düzeni sağlanırken, maddi koşullar ve milli bünyemizin korunması gereği göz önünde tutulmuştur…’’ (Babuş, 2002, aktaran Aygün, 2009, s. 83).

Bu yasa ile Dersim; ekonomik, sağlık, kültürel, siyasi, askeri ve güvenlik nedenleriyle iskânı ve oturulması yasaklanan, boşaltılması zorunlu olan bir bölge olarak belirlenip bölge halkının iklime, yaşam koşullarına ve yasaya uygun olarak iskân olunacağını düzenler. Yasanın 13/3. maddesi şu şekildedir: ‘‘Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil etmeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskânları mecburidir.’’ (Aygün, 2009: 85). Uygulanan iskan programında anadili Türkçe olmayanların, kendi dillerini konuşan ve kendi soylarından olan yerlerde iskân edilemeyeceğini, diğer yerlerde de topluluk oluşturamayacaklarına karar verilir. ‘‘Türk soyundan olmayan’’, ‘‘anadili Türkçe olmayanlar’’ iskâna uygun olarak görülen Türk köylerine iskân edilecekler, yerleştirildikleri yerde de nüfusun yüzde onunu geçemeyeceklerdir. 2510 sayılı İskân Yasası; Dersim’i Türkleştirmek ve Sünnileştirmek amacına hizmet edip asimilasyoncu, ırkçı; mülkiyet ve insan haklarına aykırı hükümler içerir. 25 Haziran 1927’de Birinci Umumi Müfettişlik Kabulüne Dair Kanun kabul edilir. Sonrasında Dersim’le ilgili ve yetkili Dördüncü Genel Müfettişlik inşa edilir. Umumi Müfettişlik, bölge halkını sürgün etme ve idam cezalarını onaylama gibi pek çok olağanüstü yetkiye sahiptir. 11 Ocak 1930 tarihinde, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın imzasını taşıyan ‘‘Türkleştirme’’ Genelgesi, ‘‘gayet mahrem ve zata mahsus’’ bir şekilde yayınlanarak tüm valilere gönderilir. ‘‘Öz-Türkçe ve Türklüğün’’ geliştirilmesini amaçlayıp iskana tabi tutulanların Türkleştirilmesinin uygulaması esaslarını ortaya koyan bu genelge, valilere ‘‘Türkçe konuşmayanları’’ başka yerlere iskân etme yetkisi tanır. Genelge Türkçe konuşturmayı ve kendilerine Türküm dedirtmeyi, ‘‘her Türk’ün milli ve mühim bir vazifesi’’ olarak tanımlayarak sona erer. Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın bizzat katılımıyla 4 Mayıs 1937 tarihinde alınan Tunceli Tenkil Hareketine Dair Bakanlar Kurulu Kararı’ndan önce yasal hazırlıklar Tunceli Kanunu ile devam eder. 

Tunceli İdaresi Hakkında Kanun, 25 Aralık 1935 tarihli yasa ile çıkar. 31 Aralık 1935’te Cumhurbaşkanınca onaylanan yasa, 2 Ocak 1936 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer. 38 maddelik Tunceli Kanunu’nun 1. maddesine göre, yeni oluşturulacak ile atanacak komutan-valinin askeri ve idari yetkisi olacak ve komutan-vali aynı zamanda Dördüncü Umumi Müfettişlik görevini üstlenecektir. Vali-komutan ve Dördüncü Müfettiş; iskân değişiklikleri yapabilecek, il ve ilçelerin sınırlarını değiştirebilecektir. Yasanın 31. maddesi şu şekildedir: ‘‘Vali ve kumandan emniyet ve asayiş noktasından lüzumlu görürse vilayet halkından olan fertleri ve aileleri vilayet içinde bir yerden diğer yerlere nakletmeye ve bu gibilerin vilayet içinde oturmalarını menetmeye salahiyetlidir.’’ Askeri bir komutanın aynı zamanda Vali ve bölgenin Dördüncü Umum Müfettişi olması Dersim’e özel bir uygulamadır. Bu uygulamayla Dersim’in ordu tarafından yönetilmesine karar verilmiş; idari, askeri ve yargısal yetkiler tek bir kişide toplanmıştır. Dersim’e vali-komutan ve Dördüncü Umumi Müfettiş olarak bizzat M. Kemal tarafından atanan Korgeneral Abdullah Alpdoğan, Dersim’de Mareşal Fevzi Çakmak’ın önerdiği şekilde ‘‘koloni yönetimi’’ kurmuştur. Dersim’de uygulanan katliamın ve zorunlu iskân politikalarının yasal dayanaklarından en öne çıkanı ise M. Kemal’in ve İnönü’nün de altında imzası olan Bakanlar Kurulu’nun 4 Mayıs 1937 tarihli kararıdır. Bu kararla bir katliam harekatı olan ‘‘Tunceli Tenkil Harekatı’’ yapılmıştır.     

Resmi tarihe göre ‘‘Tunceli Tenkil Harekatı’’ Dersim’de çıkan ‘‘isyanı’’ bastırma sebebiyle yapılmıştır fakat raporların ve hukuki hazırlıkların bize gösterdiği Dersim’i tüm yönleriyle imha etme planlarının, resmi tarih tarafından söylenen olaylardan çok daha önce yapıldığıdır. Harekatın resmi gerekçesi 20-21 Mart 1937 tarihinde Sin’e bağlı Akhisar Karakolu’nun basılması ve Kahmut Köprüsü’nün yakılmasıdır. Resmi tarih tarafından isyan denilen olaylar bu iki olayla beraber başlamıştır. Dördüncü Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın olaylarla ilgili 8 Nisan 1937 tarihli istihbarat raporunda söylenenler şu şekildedir: 

‘‘Pah ile Kahmut nahiyeleri arasındaki köprüyü yıkanlarla Sin nahiyesine tüfenk sıkanlar hakkında haber alma yoluyla ve Demenan ile Abbaslar’dan bu suç ile ilgili olmadıklarını ispat etmek için nâhiye, kazâ ve vilâyete dehâlet ve müracât eden şahıslardan alınan mâlumâta göre suçlular… Uzuntarla, Hözmerik ve Aşağı Bor köylerinden ve Ballı mezrası ile Halvori köylerinden birkaç kişi olduğu öğrenilmiştir.’’ (Koçak, 2011, aktaran Baran, 2014, s. 30-31).

Raporda söylendiği gibi ‘‘birkaç kişi’’ tarafından gerçekleştirilen asayiş problemleri harekata zemin hazırlayabilmek için bir isyan kalkışması olarak gösterilmiştir. Ayrıca Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın sonraki istihbarat raporu da Dersim’e yapılacak müdahalenin önceden planlandığını kanıtlamaktadır: ‘‘Dersimlilerce Kahmut ve Sin hadiselerinin umumileştirilmeye çalışıldığı, Mazgirt ve Pertek Karakollarının yakılması ve küçük karakolların düşürülmeye çalışıldığı haber alınmıştır… Dersim için vaktiyle düşünülmüş ve hazırlanmış tertiplerin alınmasına şimdiden başlanmasının uygun olacağı…’’ (Koçak, 2011, aktaran Baran, 2014, s. 30). Ayrıca diğer raporların yanında bu istihbarat raporu da devletin isyanı bastırmak amacıyla askeri harekat yaptığı ifadesini müdahalenin önceden planlandığını göstererek geçersiz kılmaktadır. Üstelik Türk ve Türkçülüğü kabul etmeyenleri sistemli bir biçimde kesip atacağız diyen bir zihniyetin egemen olduğu bir ortamda askeri harekat gerekçesinin isyan olmadığı; amacın askeri müdahaleyi meşrulaştırma, etnik temizlik, merkezileşme ve zor kullanarak asimilasyon olduğu da ortadadır. Dersim’e yapılan askeri harekatın önceden planlandığı İsmet İnönü’nün raporundan ve 1938’deki harekattan 5 yıl önce 1933 tarihinde Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından hazırlanan gizli eylem planından da görmek mümkündür. M. Kemal’in emriyle İsmet İnönü; ıslah programını hazırlık, silahsızlandırma ve gerekli durumlarda iskân olarak planlamıştır. Tunceli Kanunu’nun çıkması sonrasında devlet Dersim’de silah toplamaya başlamış, İsmet İnönü de raporunda Dersim’deki ailelerin silahlarını yetkili kurumlara teslim etmeleri gerektiğini önceden plana dahil etmiştir (Aslan, 2011, aktaran Baran, 2014, s. 29). Sonuç olarak Dersimlilerin silahlarını teslim ettiği ve ‘‘isyan’’ girişiminde olan bir halkın silahlarını teslim etmeyeceği sonucuna resmi ifadelerle birlikte varılabilmektedir: ‘‘1935 yılı ocak ayında Tunceli Kanunu’nun kabul edilmesinden sonra kanunun tatbiki ile birlikte Tunceli halkını Hükümete itimada sevk etti, kısa bir zamanda hükümete 7880 silah teslim edildi.” (Ağar, 1940, aktaran Baran, 2014, s. 29). Jandarma Umum Kumandanlığı raporu ise ‘‘gizli ve zata mahsustur’’ olarak  Dersim’in coğrafi, tarihi, demografik yapısı; devlet yetkilileri tarafından Dersim ile ilgili hazırlanan, ıslah amacını içeren raporları ve Dersim’in ‘‘asayişsizlik’’ tarihi ile ilgili bilgileri de içermektedir. Kısacası bu raporun yapılacak askeri harekat öncesinde bir yol haritası oluşturmak için hazırlandığı anlaşılmaktadır (Baran, 2014: 29). 

4 Mayıs 1937’de alınan ‘‘Tunceli Tenkil Harekatı’’ kararı ‘‘laik’’ Tek Parti Yönetimi tarafından verilmiş, karar dönemin Cumhurbaşkanı M. Kemal’in katıldığı toplantılarda alınmıştır. Bu bilgiye Başbakan Celal Bayar’ın anılarından ve 1937 tarihli Bakanlar Kurulu kararlarından ulaşılabilmektedir (Yıldız, 2014:166). Resmi söyleme karşın devletin ‘‘Tunceli Tenkil Harekatı’’ ile silahsız ve sivil insanları katlettiği ve kararda M. Kemal’in de sorumlu olduğu Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınlarından da ulaşılabilmektedir: 

‘‘Subaylarımız, bu cesur askerlerimize lâzımı gibi azimkârlık, yiğitlik ve fedakârlık örneği olmuşlardır. Komutanlarımız, değerli ve isabetli sevk ve idare liyakatlarını göstermişlerdir.’’

‘‘Bu sırada, Cumhuriyet hükûmetinin bütün amir ve memurları da azamî çalışmaları ile orduya yardım göstermişlerdir. Askerî ve idarî fazilet ve meziyetlerle vaki çalışmaların mahsulüdür ki, Başkomutanımız Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin, Cumhuriyet ordumuza verdiği emir ve direktifler bu bölgelerde yerine getirilmiştir.’’ (Hallı, 1972, aktaran Yıldız, 2014, s. 181). 

Resmi belgelerin de gösterdiği üzere 1937-1938 yıllarında yapılan sistematik katliamın sorumluları, dönemin tüm askeri ve siyasi otoriter kişileridir. 4 Mayıs 1937’de Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı; 4. Genel Müfettişlik’in Türkçe, Osmanlıca harflerle yerli dile göre çoğaltılarak uçaktan atılmasını istediği bildiride Dersim’de sivil insanların ya ölmeleri ya da devlete itaat etmeleri gerektiği de söylenmektedir: ‘‘Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz. Cumhuriyet hükûmetinin bu son şefkat ve merhametini bildiren bu bildirisini; yirmi dört saat içinde çoluk çocuğunuzla beraber okuyun, düşünün ve çabuk cevap verin. Yoksa hiç istemediğiniz hâlde sizi mahvedecek olan kuvvetler harekete geçeceklerdir. Devlete itaat gerekir.’’ (Hallı, 1972, aktaran Yıldız, 2014, s. 181-182). 

Raporların ve hukuki hazırlıkların gösterdikleri ile beraber Dersim’de yaşanan katliamın gerekçesi devlet tarafından ‘‘isyan’’ bastırma olarak gösterilirken asıl sebep; Dersim’in etnik yapısının, sosyal kurumlarının, kültürel kimliğinin ‘‘modern’’ Türk ulus-devletine uymamasıydı. Bu engel ‘‘modern’’ ulus-devlet inşası yolunda etnik temizlik yapılarak kaldırılmalıydı. O yıllarda Dersimliler, Türkiye Cumhuriyeti için herhangi bir ‘‘politik sorunun’’ kaynağı da değillerdi. Dersim’de bir milli hareketin ve Dersimlilerin politik bir örgütlenme amaçlarının olmadığı devletin askeri temcilerinin raporlarından bile görülmekteydi. (Bkz. Halis Paşa’nın raporu: ‘‘Dersimlilerin siyasi ve milli bir gayeleri yoktur.’’)  Dersimliler  hiçbir Cumhuriyet raporunda ‘‘milli hedefler gütmek ve siyasi planlar yapmak’’ ile suçlanmamış; yapılan suçlamalar  ‘‘eşkıyalık’’ veya ‘‘çevreye saldırganlık’’ ile sınırlı kalmıştı. Resmi raporlarda bunların nedeni  ‘‘korkunç fakirlik’’ ve ‘‘yaşamak hissi ve endişesi’’ olarak kabul edilmişti (Aygün, 2009:98). Özetle devlet için Dersim’in ve Dersimlinin varlığı Türk ulus-devleti projesi önünde engel teşkil etmiş, bu amaçla ıslahın esasları kararlaştırılmış ve askeri müdahale ‘‘meşru’’ bir zemine oturtulmuştu.  

Hukuki hazırlıklar, raporlar ve uygulamalar ile askeri müdahale ‘‘meşru’’ bir zemine oturtularak Bakanlar Kurulu tarafından 4 Mayıs 1937’de alınan ‘‘Tunceli Tenkil Harekatı’’ kararıyla Dersim’de silahsız-sivil insanlar kurşuna dizilerek, süngülenerek, gaz bombaları ve uçaklar kullanılarak topluca katledildi. Binlerce insan kendini korumak için mağaralara, ormanlara sığındı. Tecavüze uğramamak için intihar eden, saklandıkları yerleri belli etmemek için çocuklarını boğmak zorunda kalan insanlar oldu. İki yıl boyunca süren korkunç bir katliam yaşandı. Bu katliamda on binlerce insan katledildi ve topraklarından sürgün edildi. Katliam sonrasında sağ kalan kadınlar Türkleştirme ve Sünnileştirme politikaları sonucu Sünni-Türk ailelerin yanına gönderilerek kimlikleri unutturulmaya çalışıldı. Dersim topraklarının önemli bir kısmı Bakanlar Kurulu tarafından ‘‘yasak bölge’’ olarak ilan edilerek insansızlaştırıldı. Devlet ise yapılan kırımın gerekçesini ‘‘isyan bastırma’’ ve ‘‘medenileştirme’’ olarak gösterdi.

Devletin Dersim’de yapılan kırımı ‘‘isyan’’ bastırma olarak gösterip çarpıtmasına ve inkâr etmesine karşın Dersim’deki katliamın gerçekliği ve korkunçluğu, bazı devlet yetkililerinin anılarından dahi görülebilmektedir. Albay H.H.Yaylagil ve Yüzbaşı Şefik Bey, anılarında askeri harekâtın meşru zemine oturtulduğu ‘‘isyan’’ gerekçesi ile beraber Dersim’de yaşananları anlatır. ‘‘Son Şahitler’’ adlı kitabında Albay H.H.Yaylagil şunları söyler: ‘‘1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise,  tek kelime idi; imha!.. Canlı bir şey bırakmayınız, çocuk, kadın saire. Bunların çoğu Rafızi idi’’ (Demir, 2009, aktaran Yıldız, 2014, s. 176). Yüzbaşı Şefik de Dersim’de yaşananlarla ilgili açık bir biçimde şunları söyler: 

‘‘Dersim isyanında, isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağların zirvelerine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhâlde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey’e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk çocuk, kadın ihtiyar bigünah masumları, büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarı fırlatmış. Fakat, bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm.’’ (Demir, 2009, aktaran Yıldız, 2014, s. 176-177).

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Dersim politikası tam olarak aynı olmasa da Osmanlı Devleti’nin politikaları ile benzerlik göstermiş, Cumhuriyet için de Dersim’in etnik yapısı, sosyal kurumları ve kültürel kimliği ‘‘sorun’’ teşkil etmiştir. Cumhuriyet döneminde Dersim ‘‘sorununa’’ yönelik raporlar, hukuki hazırlıklar ve planlar, ‘‘isyan’’ denilen olaylara varmadan önce asimilasyon ve devlet egemenliğini sağlama amacıyla hazırlanmış; Müslümanlaştırma, Türkleştirme ve devlet egemenliğini sağlama amacına hizmet etmiştir. Dersim’e yapılan askeri müdahalenin gerekçesi devlet tarafından ‘‘isyan’’ bastırma olarak gösterilirken ayrıntılı raporlar, hukuki hazırlıklar ve uygulamalar ise bu durumun tam tersini ortaya koymuştur. Ulus-devlet inşası yolunda Dersim’in ve Dersimlinin varlığı düşman olarak görülmüş ve Dersimliler kendilerini var eden tüm yapılarıyla beraber yok edilmeye çalışılmıştır. Dersim’de büyük bir katliam yaşanmış, zorunlu iskân politikaları ile de Dersim insansız bir bölgeye dönüştürülmüştür. 

Dersim Tertelesi’nin etkileri 1937-1938 yılından günümüze kadar devam etmektedir. Toplumsal hafızada yer almış acılar ancak toplumsal bir yüzleşme ile dinebilir. Dersim Tertelesi ile yüzleşilmeli ve bu yüzleşme kurşuna dizilerek, süngülenerek, yakılarak, gaz bombaları ve uçaklar kullanılarak sahip oldukları kimlikleri sebebiyle topluca katledilen ve topraklarından sürgün edilen insanların haklarını teslim edip acılarını görebilmeyi kapsamalıdır (Baran, 2014). Unutmayalım ki bu topraklarda yüzleşilmeyen her suç beraberinde başka bir kırımı ve katli getirmiştir. Dersim Tertelesi ne ilktir ne de son olacaktır. 

¹ Holokost sözcüğü (Yunanca: holókauston), “holos” (tüm, komple) ve kaustos (yakılmış, köz olmuş) sözcüklerinin birleşmesinden oluşur ve tamamen yakılmış, yanıp kül olmuş anlamına gelir.

² Kızılbaş kelimesi Osmanlı Devleti tarafından kullanılan hasmane bir tabirdir.

³ Tedip: Uslandırma, yola getirme, terbiye etme. 

Tenkil: Düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma. 

Tehcir: Göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme. 

⁴ Vakit gazetesi, 27 Nisan 1925 

Kaynakça

  • Aygün, H. (2009). Dersim 1938 ve Zorunlu İskân. Dipnot Yayınları 
  • Aslan, Ş. (2018). Herkesin Bildiği Sır: Dersim. İletişim Yayınları
  • Baran, T. (2014). 1937 – 1938 Yılları Arasında Basında Dersim. İletişim Yayınları 
  • Çalışlar, İ. (ed.), (2019). Dersim Raporu. İletişim Yayınları  
  • Gündoğan, N., & Gündoğan, K. (2019). Dersim’in Kayıp Kızları. İletişim Yayınları 
  • Yıldız, M. (2014). Dersim’in Etno-Kültürel Kimliği. Chiviyazıları Yayınevi 

Editörler: Cansu Sezen Erpolat, Doğa Cihan, İlayda Karademir

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER