Ana SayfaKültür - SanatEdebiyatBir Efsanedir Yaşar KEMAL

Bir Efsanedir Yaşar KEMAL

Bir gönlü misafir edebiliyorsak gönlümüzde bir zamanlığına ya da sonsuza dek, bunu Yaşar Kemal'e borçluyuz.

Güneş tam da insanın yüreğine bütün acımasızlığı ile vururken, toprak derdinden yanıp kavrulurken, civar illerden gelen mevsimlik işçiler ovada bir karınca sürüsünden farksız telaşla pamuk toplamakta ve ırgatların kendilerine buyurduklarını ses etmeden yapmaktadır. Ve o esnada yüce dağların göğün mavisiyle buluştuğu o sarp kayalıkların ardında keskin bir şahin gibi, dağ gibi bir adam yüreğinin ümitli dallarından acılarla yontarak meydana getirdiği kalemini nasırlaşmış ellerine alıp şaşarak ve hüzünle insanları seyretmekte, onların bitmek bilmeyen çilelerini yazmaktadır. Bu insanları anlatıp onların derdine derman olmak için belki yüzlerce binlerce sayfa dur durak bilmeden, soluklanmadan yazmıştır. Yorgunluktan bitap düşüp bir an dinlenmek için mola veren orta yaşlı kadının sonsuz çaresizliği belki o vakit gözlerini nemlendirmiş, içinde hayata ve insanlara karşı sonsuz bir öfke belirmiştir. Öfkesinden yerinde duramayıp tam da o anda gizlendiği yerden ovaya atılıp ağalardan, beylerden bu yokluğun, yoksulluğun hesabını sormamak için kim bilir kendisiyle ne kadar mücadele etmiş, kendini ne zor tutmuştur. Elbette bu insan Yaşar Kemal’den başkası olamaz. O dilin ve insanların yüreklerinde gizli kalmış unutulan kimi sözcükleri alır da onlara can verir, onları bizim hiç beklemediğimiz bir vakit ve öyle hiç aşina olmadığımız bir şekilde karşımızda çıkarır da daha da ne yapacağımızı ne edeceğimizi bilemeyiz. Onun romanlarını, yapıtlarını okuduğumuz vakit ister istemez düşünürüz. Kim bilir belki ‘’Benim ondan geri kalan bir yanım mı vardır ki ben böylesi güzel yapıtlar meydana getiremeyeyim.’’ der büyük ve zapt edemediğimiz bir hevesle masanın başına oturur da bütün insanların düşlerini, ümitlerini anlatacağımız o büyük, o benzersiz romanımızı yazmaya koyuluruz. Ancak bir de ne görelim? Elimiz varmaz, dilimiz varmaz, kalemimizi yazmaz olur; değil birkaç sayfa iki kelimeyi dahi bir araya getirirken öyle zorlanırız ki… Artık bir Yaşar Kemal olmak bizim için uzak ve imkansız bir hayalden öte bir şey değildir.

Peki onun sırrı nedir de bütün insanların kalbine dokunabilmeyi bir ölçüde başarır? Peki o sazı eline alıp da Çukurova’nın türkülerini çığırmaya başladığında nasıl olur da bütün insanlar pür dikkat onu dinler? Evvela Yaşar Kemal sesini, yazısını, fikrini topraktan ve toplumdan almıştır. Yani akla hayale gelmeyecek şeyleri evirip çevirip söze bulayıp kendini içinden çıktığı ve bir parçası olduğu toplumdan soyutlamamıştır. Zaten topluma sırt çevirip de insanların acısını yaşadıklarını görmezden gelen birisinin büyük bir aydın olabilmesi, insanlara rehber olabilmesi ne kadar mümkündür? Sonra barıştır, Yaşar Kemal barışın sesidir, ümidin. Bu yüzdendir ki biz Yaşar Kemal okuduğumuzda kalbimiz hasetten, kinden, nefretten bütünüyle arınır da anlayamadığımız bir şekilde sevgiyle ve aşkla dolar.

Öldü, Çukurova yetim kaldı, bir bütün insanlık yetim kaldı. Gayrı toprağımızda fidan bitmez, ağaçlarımız meyve vermez oldu. Elimizin, gözümüzün vardığı her yerde bir keder, bir manasızlık… Kim çıkıp da anlatacak yitirilmiş sevdaların öyküsünü; kim tercüman olacak ailesini geçindirmek için ağanın, beyin zulmüne boyun eğen, yoksulların derdini? Ya biz kimden dinleyeceğiz o herkesin muhakkak bir kısmını bildiği, aşinası olduğu kavuşamayan, sevdasından ölenlerin hikayesini?

Yaşar Kemal’in yazdıklarından, söylediklerinden tutun da insanların görüşü, yorumlayışı, dinleyişi hatta sessizliği dahi herkesten farklıdır. Zirvesinde karın ve hüznün eksik olmadığı yüce ve asi bir dağ gibi bir başınadır ancak herkesle öyle iç içe, ancak herkesi o kadar iyi bilir ki, ancak onun romanlarında düşen yağmur, kuru yaprak, çiçeğe durmuş gül, boynu bükük mahzun menekşe… Herkesle öyle içli dışlıdır ki kimselere derdini anlatamadan… Ve sonra Çukurova… Biz Çukurova’yı pamuk işçilerinden, Orhan Kemal’in romanlarından ve Dadaloğlu’ndan tanıdık. Ne biliyorsak Çukurova hakkında, bize hep onlar öğretti. Sonra biri çıkıp geldi de hiç bilmediğimiz, duymadığımız, hayal dahi edemeyeceğimiz alemlere götürüp sonra orada bir başımızda bıraktı. Kulaklarımızı sağır, gözlerimizi kör ettiğimiz insanları bize o gösterdi. Göstermekle de kalmayıp hayatlarımıza dahil etti, anılarımıza, düşlerimize. Sonra hala barışa, insanlara dair içimizde küçücük ve sonsuz bir ümit varsa, sonra hala parmak uçlarımızda yürüyorsak bir karıncayı ezmemek için, bir gönlü misafir edebiliyorsak gönlümüzde bir zamanlığına ya da sonsuza dek, bunu Yaşar Kemal’e borçluyuz.

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER