Bölüm 2
ODTÜ, bir önceki bölümde belirttiğim gibi tarihi boyunca çeşitli faşist grupların hedefinde olmuştur. Bu gruplara doğrudan iktidara bağlı kolluk kuvvetleri, IŞİD ve TGB gibi oluşumlar örnek verilebilir. Bugüne kadar bahsi geçen bu grupların ODTÜ’de güç kazanamamasının en önemli sebebi, öğrencilerin bu gerici düşünceye sahip gruplara okulda geçit vermemesidir. Ne yazık ki ODTÜ öğrencisinin bu geri püskürtme bilinci de zamanla tıpkı devrimci bilinci gibi –ki bunlar birbirinden bir noktada ayrılmazdır– azalmış ve eskisindekine nazaran daha güçsüz bir hale gelmiştir. Bunu en iyi TGB örneklerinde görürüz, ODTÜ öğrencisinin bu faşizan çetenin provokasyonlarına verdiği tepki asla cılız değildir fakat şu da kabul edilmelidir ki ODTÜ’lünün tepkisi bundan çok daha güçlü olmalıdır. Bu durumun arkasındaki nedenlerden bir önceki bölümde bahsetmiştik; ancak her ayrı örnekte incelememiz gereken özel detaylar da bulunmakta. Örnek olarak yine TGB denen çeteyi ele alırsak burada propagandalar kayda değer bir etken olarak karşımıza çıkacaktır. TGB, her ne kadar dışarıdan Atatürkçü bir örgüt gibi görünse ve “vatansever” olduklarını iddia etse de bu söylemler Atatürk-washing’den ibarettir, buna ek olarak provokasyonlarında çoğu zaman “ODTÜ’de PKK istemiyoruz” gibi algı operasyonuna bulanan sloganlar atmıştır. Okuldaki durumu ve neler yaşandığını bilenler için bu provokasyonlar ağızlarından salya akan bir avuç vahşi hayvanın salgı operasyonundan başka bir şey olmasa da bu gibi söylemler okula yeni gelen veya okuldan ya da TGB’den haberi olmayan kimi öğrencileri yanıltmakta ve bir noktaya kadar TGB’yi haklı göstermektedir. Dolayısıyla gördüğümüz gibi dezenformasyon ve algı yönetimi, ODTÜ’ye dadanmış çetelerin uyguladığı yöntemler arasındadır. Bu yöntemlerle mücadelenin en etkin yolu, bizzat öğrencilerin oluşturduğu kanallar (topluluklar, örgütler, dayanışmalar) vasıtasıyla ortadaki bilgi kirliliğinin kaldırılması ve bu grupların maskelerinin düşürülmesidir. Topluluklar ve diğer öğrenci örgütleri, üstlerine düşen bu görevi yerine getirmek ve ODTÜ’yü savunmak için demokratik ve katılımcı bir süreç izlerler, bu sürece kimi zaman ODTÜ Mezunlar Derneği veya ODTÜ Eğitim-Sen gibi kuruluşlar da dahil olur. Forumlar alınır, metinler hazırlanır, eylemler düzenlenir ve öğrenciler arasında kamuoyu oluşturulup ODTÜ’ye tehdit oluşturan bu gruplara hep bir ağızdan tepki gösterilir. Bu demokratik sürecin sekteye uğradığı ya da sorunların çözülmesinin git gide zorlaştığı zamanlar da olmaktadır, bu noktada toplulukların ve örgütlerin yine topluca oturup bu demokratik düzene geri dönmeleri için özeleştiri yapmaları gerekmektedir.
Pandemi sonrasında bu durum daha farklı ilerlemektedir. Öğrenciler ve diğer ODTÜ bileşenleri yine aynı görevleri yerine getirmektedirler ama artık kimi zaman öğrenciler arasında eskisi kadar ses getirememekte ve karşılık bulamamaktadırlar. Bunun bir sebebi bileşenlerinin sesinin eskisi gibi gür çıkmamasıdır. Bu olgu, kendisinin hem sebebi hem de sonucudur: Pandemi sürecinde kan kaybeden öğrenci toplulukları bu sebeple eskisi kadar güçlü ses yükseltememiş, kampüsteki olaylara kimi noktada duyarsız kalmış ve örgütlenememişlerdir, bu nedenle yeni öğrenciler de toplulukların sesini duyamamıştır. Yeni öğrencileri kendine çekemeyen ve ODTÜ ruhunu aktaramayan topluluklar dolayısıyla kitleyi kendine çekememiş ve daha da zayıflamıştır. ODTÜ bileşenleri; okulu savunmak ve özerk, demokratik üniversite mücadelelerine devam etmek adına geçmişte ne yaptılarsa aynı şeyleri yeniden aynı güçle yapmak görevine sahiptirler. Bunun için de bu kısır döngünün bir noktada topluluklar ve siyasi örgütler tarafından özeleştiri yapılarak ve belki de yeni bir yapı oluşturularak bitirilmesi gerekmektedir, zira sorunlarımız sadece bildirilere imzacı olmakla çözülecek boyutu çoktan aşmıştır. Bu yazının konusu ve teması gereği toplulukların eleştirisini yapmayacağım ama elbette bu bileşenlerin de eleştirilecek birçok yanı vardır. Ne var ki, bu durumun sebebi olarak sadece toplulukları, siyasi örgütleri ve dayanışmaları göstermek bir hata olacaktır. Eğer toplulukları ve siyasi örgütleri bu durumun tek ve en büyük sorumlusu olarak görüyorsanız kendinize “Hırsızın hiç mi suçu yok?” diye sormalısınız. Buradaki sorunu bir noktadan sonra öğrencilerde arayabiliriz, ilk bakışta izlenen yol doğru gelebilir çünkü öğrenci kitlesi gittikçe etrafındaki sorunlara ilgisiz, çekimser ve belirli bir düşüncesi olmayan bir kitleye dönüşmektedir. Nitekim bu önerme doğrudur da, öğrenci kitlesinin ortalamasının apolitikleştiği kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçektir. Bir başka neden de ülkedeki genel durum nedeniyle halihazırda politik bilinçlerini kaybeden –veya baskılardan dolayı bu bilince hiç sahip olamamış– öğrencilerin okul içinde artık ODTÜ bileşenlerini değil sosyal medyadaki ODTÜ içerikli sayfaları takip etmesi ve onları dikkate almasıdır. Bu durumun doğurmuş olduğu büyük sorunlar vardır ve bu sorunlar çoktan ODTÜ ruhunu ve kültürünü tehdit etmeye başlamışlardır.
Sorunlarımıza geçmeden önce şuna tamamen açıklık getireyim, burada bahsettiğim şey öğrencilerin bu sayfaları salt takip etmesi değildir; bunu bir sorun olarak kabul etmek tuhaf ve anlamsız olurdu zaten. Burada “takip etmek” kelimesiyle kastettiğim şey şudur; öğrenciler, önceden toplulukları, siyasi örgütleri ve dayanışmaları takip edip bu oluşumlarda örgütlenir ve bu oluşumlara itibar ederken günümüzde bu görevi birkaç sosyal medya hesabının kendilerince üstlenmeleri nedeniyle bu hesaplara itibar etmektedir. Burada ortaya çıkan sorunların en önemlisi, daha önce de söylediğim gibi bu sayfaların tek bir kişinin emrinde olması. Her ne kadar kimi örneklerde herkese açık gruplar kurulup katılımcı bir sayfa havası verilse de bu sayfalarda karar mercii neticede tek bir kişidir ve kendi önyargıları, ideolojileri mutlaka paylaşımlarda hissedilmektedir. Buradaki önyargılar tehlikelidir, zira neredeyse her zaman okuldaki siyasi örgütlere ve ODTÜ ruhuna sahip çıkarak çizgisini belli etmiş bazı topluluklara karşı negatif bir tutumdadır ve çoğu paylaşımda da bu tutum belirgin ve açıktır. Bunun dışında okulda bu sayfalardan önce de mevcut olan klişe genellemeler de bu önyargılara dahildir; her ne kadar bazen komik de olsa, zararsız olduğu da düşünülse bunlar neticede önyargılardır. Burada önyargıların, özellikle klişeleşmişlerin, teşkil ettiği tehlikeyi tamamıyla bu sayfalara atfetmek pek doğru olmaz çünkü dediğim gibi bu önyargılar sayfalar tarafından oluşturulmamıştır, daha büyük ölçekte bir sorunun parçalarıdırlar ve aklı başında her öğrenci bunların ne kadar anlamsız olduğunu kısa sürede fark etmektedir, burada asıl tehlikeli olan ODTÜ bileşenlerinin tabiri caizse “tu kaka” gösterilmesi ve bazı örneklerde düşman ilan edilmesine kadar gitmesidir. Okula yeni gelen ve topluluklar hakkında bilgi sahibi olmayan insanlar, bu önyargıları doğrudan bu sayfalardan görüp sahiplenmektedirler.
ODTÜ içerikli sosyal medya hesaplarında paylaşılan birçok içeriğin, özellikle bu önyargılar ve klişe kalıplarla dolu olanların kampüsü kadınlar için ne kadar güvensiz hale getirdiğini ayrıca incelemek gerek. Başlı başına bir çalışma ve yazı konusu olan bu durumu birkaç örnek üzerinden açıklamak istiyorum: Birçok ODTÜ içerikli sosyal medya hesabında “beşeri kızı”, “İİBF kızı”, “hazırlık kızı” veya 8. Yurt gibi ODTÜ’de uzun süredir yer alan ve çoğu zaman gülüp geçilen klişelere yer verildiğini görüyoruz. Bunların kaynağı bu sayfaların varlığından çok daha öncesine dayansa da binlerce ODTÜ’lünün (hangi okullu olduklarının aslında hiçbir önemi yok) gördüğü ve takip ettiği bu sayfaların bu örneklerdeki cinsiyetçi ve eril alt metinleri umursamayarak (eğer alt metinlerin farkındalarsa sorun zaten apayrı bir boyutta demektir) paylaşım yapması ve bu gibi söylemleri yayması kampüsteki cinsiyetçiliğe, taciz olaylarına ve tecavüz kültürüne doğrudan katkıda bulunmakta ve bu sayfaları bu olayların doğrudan faili yapmaktadır. Bunun en açık örneği 8. Yurt olarak karşımıza çıkmaktadır, bu yurt öğrencilerinin adının abaza olarak çıkması ve bu “kültür”ün bu sayfalar ve gerici çevreler tarafından yaşatılması 7. Yurt kadınlarının her elektrik kesintisinde uğradığı tacizi meşrulaştırmakta ve normal göstermektedir. Burada yapılanı kınamak bir yana olayın komik bulunmasının ve “kültür” ile “kara mizah” kavramlarının arkasına sığınıp olayı son derece normal bir mizah malzemesi haline getirerek kimi sayfalar bu tacize destek olmaktadırlar. ODTÜ’deki birçok sayfanın ve insanın, kadınları bu gibi paylaşımlara tepki göstermeleri durumunda alay konusu etmeleri ve hedef göstermeleri de işin başka bir boyutudur, tıpkı sayfalarda reklamları yapılan cinsiyetçi söylemler gibi bunlar da zaten kadınlar için yaşamanın başlı başına bir mücadele haline geldiği Türkiye’de ODTÜ kampüsünün bile artık güvenli alan olmaktan çıkmasına sebep olmaktadır.
ODTÜ’nün iki ayrı yüzü
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise yöneticilerin ideolojileridir. Gelecek tepkiler için şunu peşinen söyleyeyim, kimsenin ideolojisi umrumuzda olmamalıdır ve şahsen umrumda da değildir zaten. Bu sayfaların yöneticileri ister liberal olsunlar ister milli görüşçü, uygar bireyler olarak sırf ODTÜ’de devrimci bir gelenek var diye bu insanların ifade özgürlüğüne ve ODTÜ içerikli birer sayfa yönetmelerine herhangi bir tepki gösterecek veya karşı çıkacak değilim elbette. Topluluklar ve diğer öğrenci kuruluşları gibi bu sayfalar da bir ideolojiye sahip olabilir, açıktan veya gizliden bu ideolojinin savunuculuğunu yapabilir veya yapmayabilir. Bu sayfaların takipçileri de bir ideolojiye sahip olabilir veya olmayabilir, sayfadaki hakim görüşten etkilenebilir veya etkilenmeyebilir; bunların hiçbiri bir sorun değil. Burada sorun teşkil eden şey şudur: ODTÜ tarihini, ruhunu ve kampüsteki öğrenci kimliğini umursamadan ODTÜ’yü temsile kalkmak ve kendini bir ODTÜ “paydaşı” olarak görmek. Bu gibi bazı sayfalar kendilerini birer ODTÜ bileşeni ilan etse de, ki bu okuldaki herkes kendini bir ODTÜ bileşeni olarak görebileceğinden bunda da en ufak bir sorun yoktur, okulun kültüründen öylesine uzaktadırlar ki “bileşen” kelimesini bile kullanmamaktadırlar. Bunun da ötesinde kimisi, ODTÜ geleneklerinden en meşhurunu, Ankara’ya ve ülkeye yayılmış “hocam” hitabını bile reddedip “okuldaş” ifadesini tercih etmektedir. Bu gibi ufak görünen nüanslar aslında bu sayfaların kimliğini ve okulda uzun yıllar içerisinde oluşmuş kültüre karşı duruşunu açık etmektedir. Biraz irdelenirse sayfanın başındaki insanların ne gibi siyasi oluşumlarla bağlantılı oldukları ortaya çıkacak olan bu sayfalar, ODTÜ’yle ilgili kısa vadede faydalı olan ve öğrencilere kazanım sağlayan bazı işlere imza atmış olsalar da uzun vadede amaçları ve misyonları belli olan siyasi kuruluşlarla bağlara sahiptir. Bu amaç ve misyonların varlığı, sayfaların paylaşımları ve bağlı oldukları siyasi partilerin politik ajandası ve gündemleri arasındaki paralellik göz önünde bulundurulursa su götürmez bir gerçek olarak açığa çıkacaktır. Bağlı oldukları siyasi kuruluşların ideolojik çıkarları çoğu zaman ODTÜ bileşenlerinin hak mücadeleleriyle çatışmakta olan bu sayfalar, yakın tarihlerde de gördüğümüz gibi kampüste uzun yıllardır varlıklarını sürdüren oluşumları çeşitli bahanelerin ardına sığınarak hedef göstermekten ve “tanımamak”tan gocunmamaktadırlar. Bu bahaneler, kampüse vereceği zarar aşikar olan kimi projelerin altına imza atan kimi belediye başkanlarını savunarak öğrenci topluluklarını ve dayanışmalarını yanlış bilgi yaymakla suçlamak şeklinde zuhur edebilmektedir. Bunun yanı sıra bahaneler, geçmişte özellikle TGB’nin ve ülkücü çetelerin öğrencileri manipüle etmek ve adeta korkutmak için kullandığı “terör” ve “PKK” gibi kelimelerden ibaret olan laf salatalarıyla birebir aynı içerikte olabilmektedir. ODTÜ bileşenlerinin “terörist” olup olmadığı başlı başına apayrı bir polemiktir ve bu iddianın belirli günlerde, belirli siyasi kimliklerle paralel ve bilinçli bir şekilde ortaya atılması tesadüf değildir. Çeşitli oluşumlara yöneltilen ithamların doğruluğu ya da yanlışlığı bu yazı serisinde ele alınmamaktadır, bu husustaki soruların cevapları için suçlanan bileşenlerin başlattığı hukuk mücadelelerine bakılmalıdır.
Hepimizin bildiği kimi sayfalar, zaman geçtikçe ve ODTÜ’lülerden belirgin bir tepki görmedikçe politik ajandalarını uygulama konusundaki kararlılıklarını adım adım ileri götürmüşlerdir. 13 Mart 2016’da Güvenpark’ta bir terör saldırısı sonucu aramızdan ayrılan Ozancan ve Berkay arkadaşlarımızın ölümünü yakın zamanda kendi emellerine alet ederek yine “terör” ve “PKK” gibi çok tutan kelimeler üzerinden onlarca öğrenci topluluğunu hedef gösteren, bu topluluklara saldıran ve öğrencileri birbirine düşürmeye çalışan güruh bu konudaki tutumunu ve saf art niyetini yine açığa vurmuştur. Bir arkadaşımızın dediği gibi tam olarak “ODTÜ’yü Gazi’ye çevirme planları” yürüten bu sayfalar, öğrencileri birleştirme değil ayrıştırma, kutuplaştırma ve düşmanlaştırmayı kendilerine görev bilip –veya bağlı oldukları çetelerin üst basamaklarından talimat alıp– ODTÜ’nün katılımcı yapısına saldırmaktadırlar. İşte tam da bu politikaların kurbanı olan Ozancan ve Berkay’ı, başka bir arkadaşımızın dediği gibi mücadelede tanıdık ve mücadeleyle uğurladık. Ama bizler o gün kimi sayfaların günümüzde kullandığı bu nefret dolu, hedef gösteren, ayrıştıran dilin arkasındaki zihniyetin aksine ODTÜ öğrencileri olarak açık, şeffaf ve katılımcı bir politika izledik. Bugün de ihtiyacımız olan şey bu sayfaların çürük ve kokuşmuş emellerini bir kenara atıp herkese açık, katılımcı bir şekilde mücadeleye devam etmektir.
Sosyal medya, anlayacağınız üzere günümüzde ODTÜ’deki gerici akımın en güçlü olduğu yer konumunda, bunun sebeplerini ilk bölümde detaylıca anlatmıştık. Ne var ki, okuldaki gerici oluşumlar tabii ki sadece bu sosyal medya sayfalarıyla sınırlı kalmamaktadırlar. Tıpkı okuldaki kimi siyasi örgütlerin Türkiye’de varlık gösteren sol partilerle ilişkisi olduğu gibi sağ partilerin de okulda uzantıları vardır. Bu partilerin okuldaki temsilcileri (veya sadece okulda bu partiye mensup olan kişiler) yine ana propaganda aracı olarak sosyal medyayı kullanmaktadırlar, yukarıda incelediğimiz platformlardan bazıları buna örnek olarak gösterilebilir. Her zaman olduğu gibi niyetimin ve görüşümün anlaşılması için asıl kısma geçmeden birkaç noktayı açıklığa kavuşturayım. Burada insanların siyasi partilerde örgütlenmesine veya bu partilerin doğrudan temsilcilikle ya da farklı isimli gençlik teşkilatlanmaları ile ODTÜ’de bir temsiliyet oluşturmasına temelde karşı değilim, olamam da; zira bunlar demokratik birer haktır. Partilerin Türkiye çapında yürüttükleri politikaları da eleştirmeyeceğim, bu okurun kendi hür vicdanı ve idrakine kalmış bir sınavdır. Eleştirmemiz ve karşı çıkmamız gereken şey şudur: Kimi partilerin ODTÜ’deki kolları, diğer partilerin aksine açık açık bir parti temsilciliği olarak veya bir gençlik örgütü olarak değil, çeşitli maskelerin ardına sığınmış bağımsız görünen platformlar üzerinden çalışmalarını yürütmektedir. Bunun yanı sıra tıpkı birçok ODTÜ içerikli sayfanın yaptığı gibi birçok ODTÜ bileşenini ve öğrencisini karalamaktadır. Yukarıda bu karalama kampanyalarının anlatımını yapmıştık, aynı bahaneler siyasi partiler için de geçerli olduğundan burada tekrara düşmeyeceğim; sadece ek olarak TGB ve AKP’nin kitleleri korkutmak ve manipüle etmek için kullandığı “terör” diline başvurmanın belli başlı partilerin en bilindik alışkanlıkları arasında olduğunu belirtmek yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Bir diğer nüans ise partilerin tekil sayfalara göre daha organize, kalabalık bir kitleyle ve politik yönünün tamamen açık olduğu bir şekilde hareket etmesidir.
Bir sonraki bölümde ODTÜ kültürü kavramını açacak, bu yazı serisinin yazılmasının neden gerekli olduğunu anlatacak ve üstünde durmadığımız birkaç noktayı açıklığa kavuşturarak ODTÜ’nün Sorunu: Bakmamak mı Görmemek mi? serimizi kısa bir özetle kapatacağız.
Editör: Burcu Şekerzade