Mekan felsefesinde önümüze çıkan kavramlardan biri de heterotopyadır. Yunancada ἕτερος (heteros- başka, farklı) ve τόπος (topos- mekan) sözcüklerinden oluşan heterotopya kelimesi, “başka yer” anlamını taşımaktadır. İlk olarak tıp alanında “olması gerektiği yerde olmayan organ” anlamına gelen kelime, daha sonra Michel Foucault tarafından mekan felsefesi, kent sosyolojisi ve sosyal coğrafya gibi alanlarda tartışılan bir kavram haline getirilmiştir.
M. Foucault 1967 senesinde seminerinde söylediği fakat yazılı halinin yayınına 1984 ilkbaharında izin verdiği “Başka Mekanlara Dair” adlı sunumunda mekanın tarihselliğini üç evreye böler. İlki Orta Çağ olarak adlandırdığı dönemdir. Bu dönemde mekanlar ikili hiyerarşik sistem olarak algılanır: kutsal olana karşın dünyevi olan, şehre karşın köy, kamusal alana karşın özel alan, göğe karşın yer… Orta Çağ mekanı “yerinde olması gerekenin yerinde olması” şeklinde algılanabilir ve bu “yerli yerinde olma” durumu mutlak karşıtlıklar ve hiyerarşi sayesinde sağlanır.
17. yüzyıldan itibaren Galileo’nun bilime akabinde dünyaya; zamana ve mekana bakış açımızı devrimsel nitelikte değiştiren keşfi –dünyanın güneşin etrafında dönmesi- Orta Çağ’ın hiyerarşik mekan algısını da değiştirdi hatta çözüme kavuşturdu desek yeridir. Galileo’nun kurgulamış olduğu uzay-zamanda herhangi bir şeyin yeri, artık, sonsuzca uzanan mekanda hareketi içindeki bir noktadan ibaretti.
Modern çağda var olan mekansal konumlama ise mevki (emplacement-eng) kelimesi ile tanımlanıyor Foucault tarafından. Artık Orta Çağ’daki “sabitlenme” ve Galileo’dan itibaren gelen “sonsuz uzam” kendi yerini mevkilere, noktalar arasındaki yakınlık ve ilişkilere bırakmıştır.
“İçinde yaşadığımız, bizi kendi dışımıza çeken, özellikle yaşamımızın, zamanımızın ve tarihimizin erozyona uğradığı mekan, bizi kemiren ve aşındıran bu mekan, heterojen bir mekandır. Başka deyişle, içine bireylerin ve şeylerin yerleştirilebileceği bir tür boşluk içinde yaşamıyoruz. Işıl ışıl farklı renklerle boyalı bir boşluğun içinde yaşamıyoruz, birbirine asla indirgenemez olan ve asla üst üste konamayan mevkiler tanımlayan bir ilişkiler bütünü içinde yaşıyoruz.” [Michel Foucault]
Peki, Foucault’un “sabit mekan” ve “sonsuz uzam”ın karşısına koyduğu heterotopya nedir? Michel, heterotopyayı tanımlamak için 6 sistematik ilke belirler:
1) Tüm kültürler, “başka mekanlar” diğer bir deyişle “heterotopyalar” oluşturmuştur. Bunlar kültürden kültüre farklı biçimler almıştır ve Foucault tarafından iki tür halinde sınıflandırılmıştır:
“İlkel” olarak adlandırılan toplumlarda kriz heterotopyaları vardır ki bunlar esasen toplum içinde “kriz durumu”nda olan bireyler için (mesela hamile kadınlar, regl döneminde olan kadınlar, yaşlılar) ayrıcalıklı yer işlevini görürler. Bu tür heterotopyalar büyük ölçüde işlevselliğini yitirse de bazı kalıntıları gözlemlenebilir: Yeni evlenmiş kadınların “bekaretini kaybetme”lerinin evin dışında, balayı olarak adlandırılan “başka mekan”da gerçekleşmesi.
Diğeri ise toplumumuzda gözlemlenebilecek olan “sapma heterotopyaları”dır. İçine doğduğumuz kültürel-politik-sosyal-ekonomik normların olduğu toplumda verili kuralların sınırını aştığımızda, sapma heterotopyalarına hapsediliriz. Buna örnek olarak tımarhaneleri, klinik hastaneleri ve hapishaneleri gösterebiliriz. Sapkın sayılanın izole olduğu bir mekan “sapkın”ın toplumsal görünürlüğünü azaltma işlevini sahiplenir.
2) Heterotopyaların işlevleri, toplumsal ve kültürel değişiklik süreçlerinde değişiklik gösterebilir.
Foucault burada mezar mekanını örnek olarak vermiştir. Mezarlık, toplumsal yaşamın diğer mevkileriyle ilişkide olan bir mekandır: Herkesin mezarlıkta mutlaka bir tanıdığı, sevdiği veya akrabası vardır. Bununla birlikte mezarlık bir “başka mekan” olarak farklı tarihsel dönemlerde farklı toplumsal işlevler göstermiştir. Ölümsüzlük ve kutsallıkla ilişkilendirilen mezarlıklar, 18. yüzyılın sonuna kadar kilisenin yakınında ve kentin ortasında bulunmasına rağmen modern çağda “hastalık sebebi” olarak tanımlanıp şehrin dışına yerleştirilmiştir.
3) Heterotopya birçok mekanı kendi içinde barındırır.
Foucault’un deyimiyle “Heterotopyanın, birçok mekanı, birçok mevkiyi kendi içlerinde bağdaşmaz olan birçok mekanı tek bir gerçek yerde yan yana koyma gücü vardır”. Buna örnek olarak farklı sahneleri aynı mekanda bulundurabilen tiyatrolar gösterilebilir. Veyahut birkaç “dünya”yı kendinde barındıran “Babilin Asma Bahçeleri” bu türden heterotopyalara örnek oluşturmaktadır.
4) Heterotopyalar zamansal bölünme ve birikme sunmaktadır.
Heterotopyalar içine girdiğimizde bize geleneksel zamandan kopma ve farklı zamansal boyuta girme olanağı sağlar. Mesela mezarlığa girdiğimizde “yaşamla ilişkilendirdiğimiz zamansal düzlem” bizi terk eder ve fani olma durumu, “yaşamın bir noktasında zamanın duracağı” hissi bize hükmeder ve bizi farklı zamansal boyuta sokar. İlaveten heterotopyalar zamansal birikimi de kendilerinde barındırır. Müzeler ve kütüphaneler önemli bir zaman arşivi olmasıyla buna örnek olabilir.
5) Heterotopyalar açılma ve tecrid sistemleri gerektirir.
“Heterotopyaların her zaman onları hem izole eden hem de nüfuzu mümkün kılan bir açılıp kapanma sistemi bulunur. Genel olarak heterotopik mevki, kamu mekanları gibi serbestçe girilip çıkılan bir yer değildir. Ya kışla ve hapishanelerde olduğu gibi mecburi bir giriş söz konusudur ya da ferdin ayin ve arındırmalardan geçmesi gerekir. İçeri girebilmek için icazet almak ve kimi jestleri yerine getirmek lazımdır.”
6) Heterotopyaların diğer “gerçek mekanlar” üzerinde etkileri vardır.
Heterotopyalar geride kalan yerlerin birer yanılsama olarak algılandığı mekanlar üretir. Mesela, “genelev” batini fantezilerimizin açığa çıktığı mekandır ama bu mekanın diğer yerlerden farkı, bahsedilen fantezilerimizin diğer mevkilerde eşit şekilde yüze çıkarılmamasıdır.
Foucault’un sistematik olarak tipolojisini yaptığı “heterotopya” kavramı aynı olmasa da, ODTÜ’nün Devrim Stadyumu ile benzerlik taşımaktadır.
Devrim stadyumu, kuşkusuz bir “başka mekan”dır. ODTÜ kampüsünün Ankara’nın öteki mekanı olması gibi devrim stadyumu da ODTÜ’nün öteki mekanıdır. Bilhassa sıcak bahar ve yaz aylarında stadyumun kapısından içeri girdiğimiz anda sanki başka bir dünyaya giriş yapmış gibi hissederiz.
Peki, Devrim Stadyumu heterotopyanın kurulu olduğu 6 ilkeden hangileri ile benzerlik taşıyor?
Devrim Stadyumu bir heterotopya örneği olarak birden fazla mekanı kendi içinde barındırır.
Stadyumun kapısından içeri girdiğinizi hayal edin: Çimlerde bira içen insanlar, etrafta koşturan köpekler, bir tarafta voleybol oynayan grup, diğer tarafta quidditch maçı yapan takımlar, başka bir yerde frizbi oynayanlar, tribünlerde sigara içerek muhabbet eden arkadaşları görmek mümkün. Sanki Devrim Stadyumu bir mekan olarak birkaç mahale bölünmüş ve hepsini içinde bulundurarak tek bir gerçek yerde yan yana koymuştur.
Devrim Stadyumu bize birer zamansal birikim de sunmaktadır.
Stadyumdan içeri girdiğimizde gözümüze çarpan ilk şey tribünlerde yazılı olan “DEVRİM” yazısı olacaktır. Bu yazı 1968 dönemini ve ODTÜ’nün mücadele tarihini simgelemektedir. Stadyumun içinde barındırdığı tarihi öğrenmek için yayımladığımız yazıya bakabilirsiniz.
İlaveten stadyuma gelen mezunlar; mezuniyet günlerinin, şenliklerin tarihsel ruhunu hissetmektedir. Bütün bu birikmiş tarihsellik, Devrim Stadyumu’nu diğer mekanlardan ayırıp “öteki mekan” haline getiren özelliklerden biridir.
Velhasılkelam Devrim Stadyumu kampüs içinde öteki bir gerçek mekan yaratmaktadır. Stadyumun kapısındaki halet-i ruhiyemizle, çimlere ayak bastığımız andaki ruh halimiz arasında dağlar kadar fark vardır. Tüm ODTÜ bileşenlerinin Devrim’de bira-sigara keyfi yaparak hayat kaygılarından biraz da olsa uzaklaşmalarını dilerim.
Kaynakça:
Michel Foucault (2020), Özne ve İktidar, Ayrıntı yayınları.
Baki Kalma, Michel Foucault ve Heterotopya.
Editörler: Ceren Deniz, İlayda Karademir, Sude Demirel