Ana SayfaÖne ÇıkanlarODTÜ, Mon Amour

ODTÜ, Mon Amour

Bir gün yine “Öykücü”-de kitap raflarının arasında gidip gelirken “Ankara, mon amour” isimli bir kitap dikkatimi çekti. Ankara’yı düşünmeye başladım; bu şehri, burada sevdiklerimi. Aklıma ODTÜ haricinde çok az şey geldi ki onları da zaten her yerde, her koşulda seviyordum. ODTÜ ise bambaşka bir yerdi benim için. O an ilk kez fark ettim zamanla buraya ne kadar bağlandığımı. Artık neredeyse her haliyle sevdiğim şehir içinde bir şehirdi benim için.

Okula ilk kez geldiğimde ringle değil de yürüyerek gitmiştim A1’den rektörlüğe. O zaman gereksiz uzun ve can sıkıcı bir yol olduğunu düşünmüştüm. Tabii deneyimledikçe anlıyor insan uzunluk kavramının farklı koşullarda değiştiğini. Ben de ilk kez ringe binmek yerine o can sıkıcı yokuşu çıkmayı tercih ettiğimde anlamıştım A1’in aslında sadece düşüncelerimiz kadar uzun olduğunu. Kim bilir kaç kişi yenilgisini burada hazmedip yolun sonunda bambaşka bir insan olarak kaldırmıştır kafasını ya da kaç kişi kulağında bir Sezen şarkısıyla yarım kalan aşkını buraya gömmüştür. Belki de bazen mutluluktan o yol birilerine kısacık gelmiştir zamanında.

Zamanla A1’e alıştığım gibi her şeye alışıyorum ODTÜ’de: önümdeki dört beş yıl boyunca yaşayacağım yurt odama, artık yollarını ezberlediğim bölüm binalarına, sırada çok beklememek için erkenden çıktığım ama vardığımda çoktan “Baraka” binasına kadar uzanmış yemekhane kuyruklarına. Süre geçtikçe içimdeki o heyecanla karışık tedirginlik kayboluyor ve buranın bir parçası haline geliyorum. Başlarda ne kadar haz etmesem de şimdi sık sık hocam diyorum herkese hatta okul dışındakilere de. ODTÜlü olmanın verdiği o garip duyguyu yaşıyorum içimde zaman zaman. Evet, burada olmak bir ayrıcalıktır bana göre. Burada olmak sadece iyi bir okulda okumak demek değildir; burada olmak bir aileye sahip olmak, bambaşka bir dünyanın kapılarını açmak demektir. Burada olmak “Devrim”de olmaktır. Başka nerede “Devrim” var ki?

Devrim’e ilk kez girdiğimde büyülenmiştim. O kadar çok insan vardı ki yan yana; kendi hâllerinde istediklerini yapıyorlardı ve kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Onlar burada özgürlerdi. İnsanın kendisini hür hissetmesi kadar güzel bir şey yokmuş gerçekten de. Dışarıda pek bulamadığımız bu fırsatı ODTÜ bize fazlasıyla sağlıyordu. Beni, bizi ODTÜ’ye bu kadar bağlayan şey belki de burada tattığımız o özgürlük duygusudur. Biz burada özgürüz ve burada olduğumuz süre zarfında bu böyle devam edecek. Ne kayyumlar kısıtlayabilir bu özgürlüğü ne de onları getirenler. Nasıl ki evimize zaman zaman misafirler gelir, gider ve sonunda yine biz kalırız; ODTÜ de bizim evimiz. Buraya gelen her bir “misafir” de gün sonunda gidecek. Her zaman söylediğimiz gibi “Onlar gider, biz kalırız!”.

Evet, ODTÜ büyüleyici bir yer benim için ama kimse sadece taşa toprağa bağlanamaz. Hele ki sevdiği insanlardan ilk kez bu kadar uzak ve ayrı kalacaksa. Bense değil sevdiklerimi ülkemi terk edip gelmiştim ODTÜ’ye. Etrafımdaki ana dilimi konuşmayan insan kalabalığında kendime tutunacak bir dal arıyordum. Oysa ki burası bana bir orman vaat ediyormuş. Hocam sözcüğü yerini daha samimi hitaplara bıraktığında anlıyoruz burada bir ailemizin oluşmaya başladığını. Ben de hafızama her hafta yeni bir isim eklediğimde fark ediyorum buradaki insanlarla ne kadar hızlı kaynaştığımı. Hayatıma yeni yüzler katılıyor ve gün geçtikçe birbirimizi buraya biraz daha bağlıyoruz. Zaten mekanlar hep sevdiklerimizle güzel değiller mi? İster amfi sıralarında ister topluluklarda isterse de kişi başına üç metrekare düşen yurt odalarında bulduğumuz arkadaşlar ODTÜ’yü bizler için daha güzel bir yere dönüştürüyor. Bu insanlarla her daim omuz omuza olmanın verdiği bir güven var her birimizin yüreğinde. Bu yüzden hep cesur adımlarla dolaşıyoruz bu okulun hudutları içerisinde. Sanki dünyada hiçbir zaman yenilmeyeceğiz gibi. Sanki her zaman yanımızda ODTÜlü arkadaşlarımız olacak gibi. Sanki hep, özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu bilen ve onu her şeye rağmen korumaya çalışan insanlarla beraber yürüyeceğiz gibi.

Hayır, bunların hiçbiri gerçek hayatta olmayacak. Böyle şeyler bizim evimizde, bizim dünyamızda oluyor. Burayı bize sevdiren de bu işte; burada verdiğimiz o acı tatlı hayat kavgası. Bu ev hepimiz için değerli, gerektiğinde defalarca kenetlenip tek yumruk olarak bunu ispat etmişizdir herkese. Burası bize aile verdi, biz de bir aile olarak karşılaştığımız her sorunda evimizi korumak için direniyoruz. Doğrudur, tadımızı kaçıran şeyler de oluyor kimi zaman, her yerde olduğu gibi. Bunlar işin tuzu biberidir sonuçta; hayat hiçbir zaman toz pembe bir rüya olmadı ve olmayacak, ODTÜ’de bile. İstesek de istemesek de bir şeyler moralimizi bozacak, bizi yıpratacaktır ama bizler burayı her şeye – “course capacity is full” yazısına, calculus sınavında kırılan puanlara, çatı sırasına karışan yemekhane sırasına ve alamadığımız o Fransızca dersine – rağmen seviyoruz…

Gün gelecek, bu sefer rektörlükten A1’e doğru hareket edeceğim, son kez. İşte o gün A1 yolu hiç olmadığı kadar uzun olacak eminim. Belki de hayatımda ilk kez o yolun biraz daha uzamasını isteyeceğim kısık bir sesle. Hayatın kendisi gibi bu tatlı masalın da sonuna geleceğim bir noktada. Ama şimdi sonları düşünmenin sırası değil benim için. Başlangıçlar, hayatın dönüm noktalarıdır derler. Benim de en güzel dönüm noktalarımdan biri, bilim ağacında başlayan o yoldur. Şimdilik, sadece bu yolu dolu dolu yürümek istiyorum, sonunu düşünmeden.

Editörler: Ceren Deniz, İlayda Karademir, Sude Demirel

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER