Ana SayfaKültür - SanatSanatçı Röportajları : Fotoğrafçı ve Senarist Ebru Ceylan

Sanatçı Röportajları [Bölüm 3]: Fotoğrafçı ve Senarist Ebru Ceylan

Fotoğrafçı ve senarist Ebru Ceylan ile sinemaya ve fotoğrafa olan ilgisinin ne zaman, nasıl başladığından Anadolu üzerine üretim yapmaya kadar birçok şeyi konuştuğumuz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. 

Bize kendinizden bahseder misiniz? Ebru Ceylan kimdir? 

Ankara doğumluyum, fotoğraf sanatçısı ve senaryo yazarıyım.

Fotoğrafa ve sinemaya olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? 

Fotoğrafa olan ilgim lise çağlarımda başladı. Afsad’da fotoğraf kurslarına katıldım. Çekim, teknik ve karanlık oda öğrendim. O zaman dijital teknoloji henüz yoktu. Kameralar analogdu. Bir fotoğrafın çekiminden basımına kadar her aşaması sanatçının kendi elinden çıkmaktaydı. Büyüleyici bir yaratım süreciydi. Üniversitede ne okumak istediğim konusunda kararsız olduğum bir dönemde önüme kocaman ve heyecan verici bir dünya açılmıştı.    

Sinema okuma kararını nasıl verdiniz? Bu kararı verirken endişeleriniz var mıydı? Verdiğiniz kararın Türkiye şartlarında riskli olduğunu düşünüyor musunuz? 

Bir gün üniversiteli arkadaşlarımın öğrenci evinde yalnızdım ve bir VHS kaset buldum. Daha doğrusu kasetin üzerindeki fotoğraf ilgimi çekti. Filmi izledim ve çok etkilendim. Filmin ismi “Ayna” idi ve Rus bir yönetmene aitti, Andrey Tarkovski. Sinemaya olan merakım ve sevgim o gün başladı. Aynı senenin sonunda üniversite sınavlarına girecektim. İstanbul’a gidip fotoğraf ya da sinema okumaya karar verdim. Kısa bir sürede, üniversiteli arkadaşlarımın da yardımıyla yoğun bir şekilde  sınava hazırlandım. Sonra Marmara Üniversitesi Sinema-Tv bölümünü kazanıp İstanbul’a geldim. Diğer sorunuza gelecek olursak, hayır hiç kaygı duymadım iş koşulları vs. konusunda. Bunu düşünmedim bile. İnsanın hayatta sevdiği işi yapması konusunda çok idealistim, bedeli ne olursa olsun. 

Nasıl bir ailede büyüdünüz?  

Bir Ankara klasiği, orta halli memur bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Bu yüzden de neredeyse liseden itibaren kendi paramı kendim kazanma ihtiyacı duydum. Lise son sınıfta, okul çıkışı öğleden sonraları, bir fotoğraf stüdyosunda çalışıyordum. 

Aileniz sinema okuma kararınızı nasıl karşıladı?    

Onlar bana hep destek oldular. Hiç sorgulamadan, ne istiyorsam o işi yapmam konusunda hep inanıp güvenerek ellerinden geleni yaptılar. 

Çocuklarınız sanatın herhangi bir disiplini üzerine eğitim almak isterlerse tepkiniz ne olur? Türkiye’de sanatla ilgili kariyer planları yapmalarını ister misiniz?         

Her ne yapmak isterlerse desteklerim. Özellikle de Türkiye’de yapmalarını isterim mümkünse. Hiç baskı yapmam ama ben memleket duygusu güçlü biriyim. Toprağa ve ışığa bağlı, üretim motivasyonumu bu topraklardan alan biriyim. Bu, milliyetçilik vs. anlamında anlaşılmasın. Öyle siyasi, politik ve etnik bir bağlılıktan bahsetmiyorum kesinlikle. Onlar ayrı konular. Ben her şeyden bağımsız, adına en saf haliyle memleket denen o yuva duygusunun bir sanatçıyı besleyen en güçlü kaynaklardan biri olduğuna inanıyorum.  

Aldığınız sinema eğitiminin artılarından ve eksilerinden bahsedip üretimlerinize olan etkilerini değerlendirir misiniz? 

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bana göre insanın en iyi öğretmeni kendisidir. Öğrenmeyi isteyen insan, okula gitse de gitmese de öğrenir ama insanın, özellikle de üniversite çağlarında ihtiyaç duyduğu sosyal ve kültürel çevre kendisiyle aynı idealleri taşıyan insanlarla çevrili olduğunda bu hem keyifli hem motive edici olur. Bu açıdan söz gelimi sinema yapmak isteyen bir insanın sinema okumasını elbette faydalı buluyorum ve destekliyorum. Bu anlamda şöyle özetleyebilirim, okul insanı sinemacı yapmaz, sinemacı olmasına destek olur. 

Öncelikle 1988 yılında ilk kısa metrajlı filminiz Kıyıda’yı çektiniz. Yönetmenliğe adım atmış olmanıza rağmen sonrasında neden yönetmenlik üzerine gitmeyip daha çok fotoğrafçılığı ve senaristliği tercih ettiniz?   

İlk kısa filmim Kıyıda’yı üniversite ikinci sınıfta, üç kişiden oluşan küçük bir ekiple çektim. Daha sonra da birkaç kısa film daha çektim. Doğrusu sinemanın üretim koşullarını kendi doğama uzak buldum. Fotoğrafın ve senaryonun yalnız üretilebiliyor oluşunu ise kendi doğama daha yakın buldum. Hâlâ da böyle hissediyorum. Fotoğraf çekmenin ve senaryo yazmanın her aşamasında kendimi mutlu ve özgür hissediyorum. Daha büyük bir iddiam ve arayışım da yok açıkçası. 

Sinema eğitiminizin fotoğrafçı tarafınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?   

Aslında çok da bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Benziyor gibi görünseler de fotoğraf ve sinema dil olarak birbirinden çok farklı sanatlar. Elbette açı, ölçek ve ışık gibi benzer konularda birbirlerini besliyorlar.

Sizce nasıl fotoğraf sanatçısı olunur? Alaylı bir fotoğraf sanatçısı olarak fotoğraf üzerine eğitimin gerekli olup olmadığını değerlendirir misiniz? 

Pek çok iş gibi fotoğraf da çalışarak ve yaparak öğrenilir. Eğitim elbette gerekli. Okuldan alacağın eğitim ile birlikte, hem senden önce yapılmış olanlarlardan  hem de kendi çaban ve deneyimlerimlerin yoluyla edindiğin bilgiler önemli.

Fotoğraflarınızda işlediğiniz durumlar, olaylar ve konular nelerdir? Fotoğraflarınızı bir şeyler anlatma ihtiyacıyla mı üretiyorsunuz?  

Ben hiçbir şey anlatmak istemiyorum. Anlatma motivasyonu ve güdüsüyle yapmıyorum hiçbir şeyi. Sevdiğim ve anlamlı bulduğum şeylerin içinde erimek, onlarla hayatımı doldurmak ve kendi yarattığım anlam dünyasında derinleşmek için yapıyorum. Konularım tüm yaşamdır ve onu oluşturan canlı cansız her şeydir.  

Anadolu’yu fotoğraflamayı ve Anadolu üzerine üretim yapmayı anlatır mısınız?  

Anadolu’da dolaşmak ve çalışmak kendime doğru yaptığım bir yolculuk gibi. Bu  yolculuk yol aldıkça daha da uzuyor, yaklaştıkça uzaklaşıyor. İnsan, aslolanın yol olduğunu anlıyor. 

Etkilendiğiniz fotoğrafçılar kimlerdir? Fotoğrafçılar dışında farklı disiplinlerdeki sanatçılardan da etkilenir misiniz? Örneğin bir ressamın işleri fotoğraflarınızı etkiler mi?  

Ben her şeyden etkilenirim. Tüm sanatlara meraklıyım. Çok bakarım, incelerim.  Özellikle ressamlardan  çok etkilenirim. Sevdiğim ve etkilendiğim çok sanatçı var ama birer sembolik isim vereyim; fotoğrafçı olarak Sally Mann, ressam olarak da Andrew Weight.

Fotoğraf projelerinizin üretim sürecini anlatır mısınız? Nelerden ilham alırsınız? Hangi kaynakları kullanırsınız? Nelere dikkat edersiniz? 

Benim üretim sürecim son derece sezgiseldir.  İyi ışığı çok severim. Dramatik açıdan etkileyici ışığı ararım. Bir de geniş düzlükleri ve uzak ufukları çok severim görsel olarak.

Kendi kısa filmlerinizin senaristi; Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu, Ahlat Ağacı ve yapım aşamasında olan Kuru Otlar Üstüne filmlerinin senaristlerindensiniz. Senaryo üretim sürecinizi anlatıp ortak senaryo üretimini bireysel üretimle kıyaslar mısınız?  

İkisinin de kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Yalnız çalıştığınızda çok daha kişisel ve özgür olabileceğiniz gibi beraber çalıştığınızda da fikirleriniz sınanabiliyor. 

Devam eden pandemi süreci üretimlerinizi ve sizi nasıl etkiledi? Ek olarak pandeminin sinemayı nasıl etkilediğini ve etkileyeceğini düşünüyorsunuz?     

Biz pandemi sürecini yoğun bir şekilde, yeni filmin senaryosunu yazarak geçirdik. Hatta çekimlerini bile bitirmek üzereyiz. Kapanma süreci üretimimizi olumlu etkiledi doğrusu. Daha yoğun ve konsantre çalışabildik. Bu sayede pandeminin kaygı verici gerçekliğini nispeten daha az hissettik 

Ben; sinemaya, sinemayı sinemada izleyebileceğimiz nice uzun yıllar diliyorum. Salonlar açılsın, ışıklar kapansın ve büyü devam etsin. 

Sanatçının diğer işleri için internet sitesine ve Instagram hesabına bakabilirsiniz. 

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER