Bak çocuk, birazdan sana anlatacaklarım ve göstereceğim fotoğraflar bundan çok uzun yıllar önce, 2024 yılında, biricik okulumda geçirdiğim uzun bir seneyi anlatır. O günlerin içindeyken ileride anlamlı şeyler yaptığımızı biliyor, yarattığımız değerin “bir gün” anlaşılacağını hissediyorduk. “Bir gün” bugündür. Şimdi, bu ihtiyarın bu uzun uzadıya hikayesine kulak ver çünkü hafızasız olmamak, unutmamak gerekir. Hiçbir acıyı, direnişi, mücadeleyi, kazanımları, mutlulukları unutmamak gerekir. Bu yıl pek çok yıla benzemez, o yüzden “hemen şimdi burada anlatılmalı.”
6 Şubat Dayanışma Yürüyüşü ve Sergisi
Albüm sayfalarında tarih şubata ilerlerken 11 ili etkileyen 6 Şubat depreminin birinci yıl dönümünde, 28 Şubat’ta gerçekleştirdiğimiz Dayanışma Yürüyüşü’ne ait bir fotoğrafa bakıyorum. Hepimiz için çok zor olan o günleri birlikte atlatmaya çalışmıştık. Yürüyüşte önde yürüyenlerin ellerinde depremde kaybettiğimiz arkadaşlarımız Begüm, Mete ve Berksu’nun fotoğraflarını görüyorum, arkasında da bizim oluşturduğumuz büyük bir kalabalık var. 6 Şubat günü basın açıklamasıyla başlattığımız anmamız; ilerleyen günlerde Fizik çimlerinde ve Hazırlık’ta devam eden dayanışma sergimiz ve Mimarlık Amfisi’nde hazırladığımız pankart atölyemizle devam etmişti. 28 Şubat’ta da Dayanışma Yürüyüşümüzü gerçekleştirmiştik. Yürüyüşte 11 ildeki herkes için; Bengü, Mete ve Berksu için sesimizi duyurduk. 6 Şubat depremini, kaybettiklerimizi ve sonrasında depremin etkileri devam ederken unutturulma çabası karşısında yapılan ihmalleri unutmamak üzere anmıştık. O günler sevinçlerimizin yanında acılarımızı ve üzüntülerimizi de paylaştığımız günlerdi.
Yerel Seçim
O sene bir de yerel seçim yapılmıştı. Önceki yıl yapılan genel seçimin ardından umutsuzluk duygusu yerleşmiş olacak ki; yerel seçimler için o kadar da heyecanlanamamıştık. Yine de bazılarımız oy kullanmak için memleketine gitmişti. Seçim akşamı çoğumuzun beklemediği sonuçlarla karşılaşmıştık. Taşıma seçmen iddiaları ve hilelere rağmen AKP iktidarının tarihinde ilk kez ikinci parti konumuna düşmesine şahit olmak herkesi mutlu etmişti. Fakat sonrasında yaşananlarla birlikte yine eylemlerde yerimizi almıştık. Önce seçilen adaylardan bazıları mazbata almakta zorlanmış, bir süre sonra da belediyelere kayyum atamaları başlamıştı. Atamaları yok sayan Van halkı, direnişleri sayesinde kendi seçtikleri belediye başkanlarına kavuşmuştu. Fakat diğer belediyelerde durum bundan farklıydı. Hakkari, Esenyurt, Batman, Halfeti, Ovacık ve Dersim’e kayyum atanmış, halklar ne kadar dirense de yıl içinde herhangi bir sonuç alamamışlardı. Yine de bu seçim, bize bir kez daha direnişin önemini göstermişti. Bizler ileride bu belediyelerin demokrasiye kavuşacaklarını bilsek bile bu zaferi dört gözle beklemiştik.
Yasaklar, Soruşturmalar
KKM önündeki basın açıklaması… Baskı ve yasaklarının uygulamasında kayyum Rektörlüğün en sevdiği yöntemlerden biri olan soruşturmalara karşı yaptığımız basın açıklamasıydı. Şenliğimize sahip çıkmak için ördüğümüz direnişi kırmak için arkadaşlarımıza hukuksuzca açtıkları soruşturmalara rağmen yasaklara karşı orada, bir aradaydık. Yanılmışlardı… ODTÜ’nün devrimci ruhunu yıldıramayacak ve hatta güçlendirecek hamlelerdi bunlar—öyle de olmuştu.
8. Medya Günleri’ne konuşmacı olarak gelecek Hayri Demir’in oturumu, gerçekleşeceği sabah, Kültür İşleri Müdürlüğü tarafından sözlü bildirimle engellenmişti. Aynı zamanlarda Sosyoloji Topluluğu’nun film gösterimi de iptal edilmişti. Geleneksel Bahar Şenliği’nin “geleneksel”liği de Devrim Sahnesi’nin Kayyumluk tarafından kaldırılma girişimiyle zedelenmeye çalışılmıştı. Kayyumluğun üzerimizde oluşturmaya çalıştığı baskı atmosferi bizi şaşırtmamıştı, ODTÜ’nün devrimci ruhunu sürdürmemiz de kimseyi şaşırtmadı. Saatler süren forumlarda yan yana gelmiş ve direnişimizi örmeye devam etmiştik. Başımızı göğe dikmiş, omuzlarımızı yanımızdakilerin omzuna koymuştuk.
Şenlik Eylemleri ve 35. ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği
87’den beri yıllardır yaşatılan bir gelenek Bahar Şenlikleri, 2020’den beri rektörlük tarafından sunulan pek çok sudan sebepten engellenmeye çalışılmış ya da geleneğe uygun bir şekilde düzenlenememişti. O yıl da önceki yıllarda olduğu gibi kayyumun yukarıdan verdiği kararla Bahar Şenliği’nin yapılmayacağı biz öğrencilere bildirilmişti. Bugünlerde ülkemizin insanca yaşanabilir bir yer olmasında hatrı sayılan ODTÜ’nün devrimci kültürüne ters duran bu karar, biz öğrencilerce kabul edilmemiş ve uzun soluklu bir “direniş” yoluna gidilmişti. Bu direniş, binlerce sıra arkadaşımla rektörlük önünde günler boyu tuttuğumuz bir nöbete evrilmişti.
Albümdeki bu fotoğraf, şenlik eylemlerinin ne kadar kalabalık ve bütün sıra arkadaşlarımın bir kültürü yaşatmak için ne kadar fedakar olduğunun kanıtı aslında. Nöbet başladıktan pek az sonra çeşitli siyasiler, dernekler ve ODTÜ akademisyenleri maddi veya manevi desteklerini sunmaya başlamıştı bile. ODTÜ bileşenlerinin var ettiği ve kolektif yaşamı hep beraber günlerce paylaştığımız Rektörlük önü, belki de ODTÜ tarihinde, Rektörlüğü en renkli haliyle gördüğümüz bir yer olmuştu. Yemeklerimizi kendimiz pişiriyor, beraber film ve ODTÜ tarihine dair belgeseller izliyor, açık dersler düzenliyor, güvenliğimizi beraber sağlıyor ve her gecenin sonunu mutlaka türkülerimiz eşliğinde halay çekerek getiriyorduk. Nöbetimize pek çok sanatçı da misafir olmuş, desteklerini bildirmişti. Bandista, Kamufle, Goril ve Moğollar nöbet alanımızda sahne alarak desteklerini bildirirken Deniz Göktaş ve Deniz Tekin görüntülü görüşme ile aramızda bulunmuş, desteklerini bildirmişti.
Günler süren nöbetin sonunda Bahar Şenliği’nin rektörlük tarafından bize verilmeyeceğini anlamış, “Şenlik de kampüs de bizimdir!” diyerek şenliği kendimiz düzenlemeye karar vermiştik. Mayıs ayına girdiğimizde düzenleyeceğimiz alternatif şenlik için pek çok kaynağa ihtiyacımız vardı. İhtiyacımız olan maddi desteğin bir kısmını şenliğin düzenleyicisi ODTÜ Uluslararası Gençlik Topluluğu’nun çağrısıyla çeşitli bağışçılardan sağlamıştık. Diğer kısmı bölüm temsilcilikleri tarafından düzenlenen alternatif şenliğe destek kermesleriyle sağlanmıştı.
28 Mayıs günü yüzlerce sıra arkadaşımla birlikte Devrim Stadyumu’na sahnemizi taşımış, beraber kurmuştuk. Binlerce sıra arkadaşımın emeğinin bulunduğu Bahar Şenliği büyük bir coşkuyla 3 gün boyu sürmüş, ikinci gün gerçekleşen geleneksel Devrim Yürüyüşü ile taçlandırılmıştı. Nöbetiyle, başkaldırışıyla ve tabii ki eğlencesi ile geçen 35. ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği 2024 yılı ve sonrası için bence bir kilometre taşıydı.
Filistin Eylemi
O yıl, İsrail’in Filistin halkına karşı yıllardır devam eden sistematik saldırılarının -tıpkı önceki yıl gibi- en kanlı zamanlarından biriydi. Filistin halkına karşı kırım, son bir yıldır artarak devam etmişti. Gazze’de sivil halkın yaşam alanları ve hatta hastaneler dahi bombalanmış, saldırılardan sağ kalanlar ise ya işkenceye ya da insani yaşam koşullarına erişememeye yenik düşerek can vermişti. Önceki yıldan beri toplamda 45.000’e yakın Filistinli katledilmiş, 108.000’i de yaralanmıştı. Biz de Filistin halkının mücadelesini, tıpkı dünyanın birçok üniversitesinde olduğu gibi, kampüse yıl içerisinde birçok kez taşımıştık. Bu fotoğraf da 15 Mayıs’ta Nakba’nın yıldönümünde “İşgal son bulsun!” , “İsrail ile olan tüm anlaşmalar iptal edilsin” taleplerimizi kampüsten yükselttiğimiz basın açıklamasındandı. O yıl Devrim Yürüyüşü’nde de emperyalizme ve siyonizme karşı yürümüştük. Bu süreçte saldırılar artarak devam etse de ne Filistin halkının mücadelesini, ne de desteğimizi unutmamıştık. 7 Ekim’de 1 yıldır devam eden saldırıların yıldönümünde “Filistin Halkının Yanındayız!” demek için basın açıklamasında buluşmuştuk. Filistin halkının özgürleştiği bu yıllarda geriye dönüp baktığımda o günlerde emperyalizme ve savaşa karşı barışı savunmanın zaman zaman umutsuzluğa düşsek de ne kadar kıymetli olduğunu görüyorum.
12. ODTÜ Onur Yürüyüşü
O yılın Onur Yürüyüşü! Sanırım ODTÜ’nün on ikincisiydi. O günlerde insanlar, kampüsümüzde polis görmeye alışmaya başlamıştı. O yıl yürüyüş, tam da ODTÜ’nün ilk onur yürüyüşü gibi şenliğe denk gelmişti. Hazırlık sürecinde eski yılların şiddeti akla geliyordu. Gergindik, korkuyorduk yalan yok ama asla vazgeçmek gibi bir niyetimiz yoktu. Çağrı saat 6’yaydı fakat bu kez büyük bir sürprizimiz vardı… Kulaktan kulağa birbirimizi haberdar ettik ve saat 2 civarında kütüphanenin önünde bayraklarımız sallanmaya, sloganlarımız kampüsün her köşesinde duyulmaya başlandı: “Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım!”. Devir yıkılsın dedik; bu fobik sistemin, trans cinayetlerinin, nefret mitinglerinin, erkek şiddetinin ve kutsal ailenin devri artık sona ermeliydi. Bir arkadaşımız önceki yıllarda okuyamadan işkence ile gözaltına alındığı basın açıklamasını, o yıl Kimya Bölümünün önünde ilk kez okudu.
O anları hatırlamak bile gözlerimi doldurdu…
Trans bayrağı Fizik’ten sallanırken ellerimizde gökkuşağı bayrakları ile yıllar sonra ilk kez güvenli bir şekilde polissiz yürümüştük. Yetişemediler… Yürümeye başladığımızda kampüsün her kapısına hemen çevik kuvvet araçları ve TOMAları yığmışlardı ama bizi durduramadılar.
Lubunyalar, 2024’te de, şu an olduğu gibi, bir şekilde yolunu bulmuştu!
Atanmış Rektörler
Vay be, bu sene ne kadar da dolu geçmiş! Sekiz yıllık kayyum Verşan Kök dönemi o yıl sona ermişti. Kütüphane saat 10’da kapanıyorken, yemekhanede zehirleniyorken, yurtlarda barınamıyorken, kampüsün yolları ışıksızken bizle dalga geçer gibi 10 milyon TL’ye Çim Amfi yaptırmıştı. Onu, kampüse polis sokup öğrencilere işkence edilmesine göz yuman, şenliği ve birçok birliktelik alanını yasaklayan, hukuksuz soruşturmalarla öğrencileri korkutmaya çalışan, sanatı ve güzel her şeyi sansürleyen biri olarak hatırlıyorum.
Ardından Ağustos ayında Ahmet Yozgatlıgil ODTÜ’ye kayyum olarak atanmıştı. Yozgatlıgil’le hepimizin tanışıklığı çoktan vardı. Eski Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı olması ve Kavaklık Direnişi’nde ODTÜ akademisyenlerinin ve öğrencilerinin karşısında polislerin safında duran eski Rektör yardımcısı olarak çoktan biliyorduk kendisini. Üstelik onu, Onur Yürüyüşü’nde polis şiddeti olmasına rağmen balkona çıkıp fotoğraflarımızı çekerken yakalamıştık. Arkadan birinin “Yukarıdan izlemene gerek yok Ahmet hoca, in aşağı, sen de katıl yürüyüşe!” diye bağırdığını çok iyi hatırlıyorum.
Geldiği gibi “icraat”leri de başlamıştı. Hafta sonları öğle yemeği çıkaracağını duyurdu. Kütüphane, yıllar öncesinde olduğu gibi 24 saat açık olmaya başladı ve ring seferleri artırıldı. Ancak olması gerekeni bize bir lütufmuş gibi sunmaya çalıştılar. Bu süreçte yemekhane çalışanlarının hakları yok sayıldı, personel yetersizliği yine personele iş yükü olarak döndü. Talebimiz, hep olması gerektiği gibi, özerk ve özgür bir üniversiteydi. İsimler değişse de atanmış rektörlere hep karşı çıktık ve o yılda düzenlenen ilk eylemde öncelerde attığımız sloganı yenilemiştik: “Yozgatlıgil ODTÜ’ye Rektör olamaz!”.
Sokak Hayvanlarının Toplatılması
Bu fotoğraf da her baktığımda; kampüsten, Kuğulu’dan, Anıtpark’tan ve Türkiye’nin dört bir yanından kalabalıklarla paylaştığım öfkemi diri tutuyor. O yıl; Ümraniye’de, Gebze’de, Altındağ’da, Mamak’ta ve kim bilir nicesinde kapalı kapılar ardında hayvanlara çektirilen işkenceler bir yasa tasarısıyla meşrulaştırmak istenmişti. 2 Ağustos günü yürürlüğe giren bu yasa; adlarını bilmediğim, belki hiç adı konmamış binlerce sokak hayvanının devlet ve belediyeler eliyle katliam yuvalarına toplanmasını içeriyordu. Ölüme terk edilişlerinin 17 maddeye sığdırılmasıyla, tüm mücadelenin yanında, tek bir patiye, kuyruğa, bıyığın teline zarar gelmesin diye Türkiye sokaklarında yaşam nöbetlerinin tutulduğu bir seneydi.
Kadın Cinayetleri
Yine erkek şiddetinin yüzlerce kadının canını aldığı bir yıldı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekileli 3 sene olmuştu ve sadece 2024 Anıt Sayaç’ında öldürülen kadın sayısı 425’ti diye hatırlıyorum.
“Kutsal” ailelerinden, sevgililerinden, eski nişanlılarından, yoldan geçen yabancıdan… Her türlü erkek şiddetinden korunulamamış ve belki de korunulması istenmemiş yitirdiğimiz 425 kadın ve daha hayatının çok başında kız çocukları…
Hepimizin yüreğinde çok derin acılar bırakan cinayetlerden biri 8 yaşındaki Narin’in günler sonra bulunan cansız bedeni idi. Daha Narin’in cinayetinin şokunu yaşarken herkesin gözü önünde İkbal ve Ayşenur da erkek şiddeti yüzünden yaşamlarını kaybetmişti. Cinsel istismar ve darp sonucu öldürülen Sıla bebek, kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedeni bulunan Rojin ve patriyarkanın aldığı daha çok canların ‘şüpheli’ ölümünün araştırılması, yine AKP-MHP oylarıyla, mecliste reddedilmişti.
O yıl da kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete, erkek adalete ve 6284’ü uygulamayıp fail aklayan iktidara karşı yurtlar bölgesinde bir araya gelmiştik; öfkemiz ve mücadelemiz kampüse sığmayıp mahalleye taşmıştı.
Aynı dönemlerde kayyum Rektörlük tarafından Kadın Duvarımızın üstü boyanmıştı. Barışın sesi olmak için yapılan Kadın Duvarı zamanla dayanışmanın ve mücadelenin kollektif bir simgesi haline gelmişti ve biz; her zamanki gibi renklerimizin, mücadelemizin ve dayanışmamızın üzerinin kapatılmasına izin vermemeye kararlıydık. ‘Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!’ ve ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganları ile, kadınlar ve lubunyalar olarak tüm katledilen kadınlar ve LGBT+ların yaşam mücadelesi için duvarı tekrar boyamıştık. Boyama sonrası, 4 Ekim tarihlerinde İstanbul’da Semih Çelik tarafından vahşice katledilen Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner, 2022’de İran rejim güçleri tarafından öldürülen Mahsa Amini ve İsrail askeri tarafından öldürülen Ayşenur Ezgi Eygi’nin fotoğraflarını duvar önüne konularak kız kardeşlerimiz ve tüm erkek failler tarafından çalınan hayatlar mumlarla anılmıştı.
Ne yazık ki, bizim tüm bu mücadelemize karşı AKP-MHP iktidarıyla güç bulan ve yükselen faşizmin sesi de o dönemde kampüste duyulmaya başlamıştı. Tüm dünyada feminist mücadelenin sahiplendiği; Türkçe, Kürtçe, Farsça ve Arapça olmak üzere dört dilde kadın duvarına yazdığımız “Jin, Jiyan, Azadî”, faşist gruplar tarafından çeşitli saldırı ve provokasyonlara uğramıştı. Faşizmin ve kadın düşmanlığının iç içe geçmiş biçimini, kendini milliyetçi olarak tanımlayan gruplar tarafından yapılan saldırılarda Kürtçe “Gülistan Doku Nerede?” yazan pankartımız yırtıldığında açıkça görmüştük.
2024 yılı her ne kadar hem faşizmin hem de kadın düşmanlığının arşa çıktığı, ve bizi zaman zaman umutsuzluğa sürüklemiş bir yıl olsa da mücadelemizden hiç vazgeçmemiştik. Şimdi dönüp bakınca kadın ve LGBT+’ların haklarının korunmaya alındığı, erkek adalet yerine gerçek adaletin sağlandığı bugünler için direnişimizin önemini daha iyi anlıyorum.
İşte 2024 böyle geçti çocuk; dünyanın her yerinde dayanışmayla, mücadeleyle ve kazanımlarla… Baskıların ve saldırıların katlanarak arttığı, gazetecilerin öldürüldüğü, sivil halkların bombalandığı, Onur yürüyüşüne katılan arkadaşlarımızın davalarla sindirilmeye çalışıldığı bir yıldı… Medeniyet ve insanlık naraları atan emperyalizmin iki yüzlülüğünün en derinden görüldüğü bu zamanda mücadele edenler de vardı. Kampüslerde yan yana gelerek haklarını arayan öğrenciler, ev hapisleri gibi engellemelere rağmen halkın sesi olan gazeteciler, fabrikalarda ve işyerlerinde hakları için direnen işçi ve emekçiler, “havayı halktan tarafa döndürmek” için dişiyle tırnağıyla mücadele etmişlerdi. Bazen kazanmış bazen kazanmaya hazırlanmıştık. Hava döndü, yıllar geçti…Karanlığa karşı aydınlığı kazandık ancak hep yan yana ve birlikte. Bu süreçte kaybettiğimiz yoldaşlarımız oldu, yan yana mücadele verdiğimiz sıra arkadaşlarımız. Onların mücadelesini taşıdık bugünlere, onların ısrarını…
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
— halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı —
(…)
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır…
Editörler: Berk H. Topaktaş, Ece Özbay, Gülare Çakır, Sude Demirel