12 Eylül 1980 darbesi Türkiye halklarının üzerine adeta kabus gibi çöken bir karabasandı. Anti-demokratik, militarist ve statükocu cunta demokrasiye ket vurmuş ve asker sokağa inmişti. Günümüzde birçok belgeselden, kitaptan veya filmden tanık olmaya, anlamaya çalıştığımız 12 Eylül büyük bir dönüşümün ilk ayak sesleri oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece demokratik seçimlerine, insan haklarına veya siyasi partilerine hasar vermemişti darbe, aynı zamanda büyük bir etkiyi de Türkiye ekonomisine vuracaktı. Aynı dönemin içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de tohumları atılan neo-liberal dönüşüm darbe aracılığıyla sistematik bir şekilde uygulanacaktı. İthal ikameci, kamu sektörüne ve harcamalarına dayanan ekonomik model terk edilecek ve Turgut Özal’ın ilk olarak 24 Ocak 1980’de sunduğu “24 Ocak Kararları” doğrultusunda serbest piyasa merkezli sert bir küreselleşmeci model uygulanacaktı. Ekonomi alanında bu değişimler sürerken 12 Eylül sonrası dönemde de cuntacıların fikirleri ve pratikleri uzun bir süre iktidarda kalacaktı. Her ne kadar özgür ve açık seçimlerin yapılacağı söylense de 1982 referandumu askerlerin seçim sandıklarının başında şeffaf zarf dağıttığı, 1983 genel seçimlerinin ise cuntanın izin verdiği partilerin ve adayların seçime katılabildiği birer anti-demokratik tecrübe oldu.
1980’lerin ilk yarısı tutuklamalar, işkenceler, cezaevleri, yargısız infazlar ve idamlarla geçerken 1982 Anayasası’nın getirdiği birçok değişiklik de oturtulmaya çalışıyordu ki bunlardan bir tanesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni oldukça yakından ilgilendiren bir değişiklikti (Bürkev, 2016). Yükseköğretim Kurulu (YÖK) 6 Kasım 1981 tarihinde 2547 sayılı kanun uyarınca kuruldu ki 1982 Anayasası’nın 131. maddesinde de kuruluş nedeni “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı ile” olarak açıklanmaktadır (T.C. Anayasası, 1982). Bu değişiklik sonucunda tüm üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliği kayboldu. Rektörlük atamaları artık YÖK’ün belirleyeceği adayların arasından Cumhurbaşkanının seçeceği kişi doğrultusunda şekillenmeye başlayacaktı. Yani şunu söylemek sıra dışı olmayacaktır ki YÖK artık üniversitelerin bağlandığı, adeta bir genel müdürlük olarak çalışan yükseköğretim kurumlarının bağlandığı kurum olacaktı.
Tam da bu noktada YÖK Başkanlığına atanan İhsan Doğramacı’nın üniversitelerdeki nitelikli akademisyenleri tasfiye tehdidi ve ilk özel üniversite olan Bilkent Üniversitesine akademisyen transferleri ile beraber ODTÜ çok büyük yara almaya başladı. Hem kendi arazisinden parça vermek zorunda bırakılmış hem de birçok öğretim üyesini Bilkent Üniversitesine kaptırmak zorunda kalmıştı. Bu noktada 12 Eylül cuntasının ve YÖK’ün işgüzarlığı 12 Eylül sonrası atanan ODTÜ Rektörü Mehmet Gönlübol üzerinden görülebiliyor. Her ne kadar ODTÜ içerisindeki akademisyen dayanışması sonucunda Gönlübol’un akademisyen temizliği etkisiz kalmış olsa da 12 Eylül sürecinde ihraç edilen akademisyenlerle dayanışmak için istifa eden veya ücret düşüklüğü gibi nedenlerle yurt dışına gitmek durumunda bırakılan birçok akademisyen oldu. O dönemde YÖK, profesör olmak için bir başka üniversitede görev alma koşulunu getirdi ve bu nedenle birçok doçent ve yardımcı doçent ODTÜ akademisyeni okulu terk etmek zorunda kaldı. ODTÜ içerisindeki çözülme her ne kadar merkezi idare ve YÖK’ün amaçladığı kadar olmasa da büyük ölçüde yaşandı. Ancak bu süreçte okul öğrencileri ve akademisyenler kendi içlerine kapanmak zorunda bırakıldı. Kendi içine kapanan ODTÜ yine de 12 Eylül cuntasına cevap vermeyi başardı. 1982 Anayasası için yapılan referandumda Türkiye geneli %92 “Evet” oyu çıkarken ODTÜ yurtlarında %70 dolayında “Hayır” oyu çıkmış aynı zamanda da büyük bir boykot görüntüsü çizilmişti. Yine Mehmet Gönlübol’un rektörlüğü döneminde üniversite içerisinde birçok direniş kurulmaya çalışıldı. Senato ve yönetim kurullarında Gönlübol’un kararlarına karşı çıkıldı ve birçok noktada kendisinin aldığı kararlar uygulanmadı. Bu atmosferde üniversitenin birçok ileri geleni gizli ev toplantıları yaparak ODTÜ’yü boğulmadan suyun yüzeyinde tutmaya çalıştılar. Dönemin eski Rektör yardımcısı Uğur Ersoy (2016) aktarıyor ki “ODTÜ’de her dönem kriz yaşandı. ODTÜ krizleri sağlam yapısıyla hep atlattı ama her kriz de bir yıpratma yarattı maalesef.” (aktaran Bürkev, 2016). Yine dönemin Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyesi Raşit Kaya (2016) iddia ediyor ki Mehmet Gönlübol, Kenan Evren’in hemşehrisi ve tanıdığı olduğundan dolayı ODTÜ’ye atanmış ve içerideki birçok insan ona yardım ettiği için ODTÜ’de idarecilik yapma imkanı bulmuştu (aktaran Bürkev, 2016). Aynı zamanda Gönlübol, Mülkiye’de akademisyenlik yapan bir kişiydi ki dışarıdan ve direkt olarak Kenan Evren tarafından yapılan bir atama olduğu oldukça net görülebiliyor. Yine Raşit Kaya’nın anlattığına göre ODTÜ’de yapılmaya çalışılan tasfiye aynı zamanda çok az hoca olmasından dolayı da başarısızlığa uğradı. 12 Eylül cuntasının yaptığı ihraçlarla beraber zaten bölümler yarı yarıya boşalmıştı ve bu durumda ders verecek hoca kalmamaya başlamıştı. Kendisinin elinden alınan “Türk Siyasal Hayatı” derslerine rağmen Kaya yan dal alanı olan “İletişim” alanından ders vermeye devam etmişti. Direkt olarak İhsan Doğramacı’nın imzasıyla dekanlıklara giden birçok mektup ile beraber yargılama yapılmaksızın işten atılmalar yaşanmaya başlamıştı. İhsan Doğramacı ve YÖK dönemin cuntasının kararlarını istisnasız bir şekilde pratiğe döküyordu ve üniversiteleri dizayn etmeye, niteliksizleştirmeye çalışıyordu.
12 Eylül sonrası ODTÜ’de Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) ve öğrenci toplulukları kapatıldı. Örgütlü tüm öğrenci hareketleri sindirilmeye çalışıldı. ODTÜ’de de birçok öğrenci gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü ve hatta kimisi öldürüldü. YÖK ile beraber birçok akademisyen solcu olduğu gerekçesiyle ihraç edildi. Bu baskı ortamında üniversite öğrencileri 1 Mayıs gibi özel günlerde afişler asarak ya da karanfiller bırakarak sembolik anmalar gerçekleştirdi. Örgütlü öğrenciler baskılanmış olsa da toplulukları tekrar kurmak istiyorlardı. Bunun neticesinde ODTÜ Edebiyat Kulübü kuruldu ve solcu yazarlarla söyleşiler yaptı, ödüller dağıttı ancak THBT’nin (Türk Halk Bilimi Topluluğu) tekrar kurulmasına izin verilmedi. Aydın Bodur’un aktardığına göre Dağcılık Kulübü ve ODTÜ Oyuncularının desteği ile yeni Tiyatro Kulübü açıldı ve Dürrenmatt’ın “Yunanlı Bir Kız Aranıyor” adlı oyunu çalışıldı (aktaran Bürkev, 2016). “24 Ocak Kararları”na nazire yaparak İktisat Bölümünde “ECON101 – Turgut Özal için Ekonomiye Giriş” ders notları ihraç edilmeden önce Yakup Kepenek tarafından yayınlandı (Bürkev, 2016). Tekrar örgütlenme çalışmaları ise tüm hızıyla devam etti ve ilk öğrenci derneği 1984’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden birkaç öğrencinin bir araya gelip kurduğu Hukuk Fakültesi Öğrencileri Derneği (HFÖD) oldu (Bodur, 2016). Daha sonrasında ODTÜ, Çukurova, Hacettepe, Ege gibi birçok üniversitede de öğrenci derneği kurmak için çalışmalar yapıldı. 1984 sonları 1985 başlarında da ODTÜ Öğrenci Derneğinin (ODTÜ ÖD) kurulması için çalışmalar başlatıldı. Dönemin rektörü Mehmet Gönlübol’dan derneğin kurulması için izin istendiğinden kapıdan içeri alınmayan öğrenciler Dernekler Yasası (1983) sayesinde tüzel kişilik elde edince Gönlübol da razı geldi. Ancak daha sonrasında dernek faaliyetleri arttıkça rektörlükten gelen baskılar ve saldırılar da arttı ve dernek başkanı ceza aldı. Dernek üyelerine gözaltılar ve cezai yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bu noktada örgütlü öğrenci mücadelesi kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayınca 1984’te YÖK ilgili maddeyi öğrenci kulüplerinin faaliyetlerini budayacak şekilde yürürlükten kaldırdı. Bunun sonucunda ODTÜ Oyuncularının çalıştığı mekan ellerinden alındı. Yine de çalışmalarına devam eden ODTÜ Oyuncuları 1987 ODTÜ Tiyatrolar Şenliğini yapabildi.
Dönemin karakteristiğini çizmek gerekirse organize işçi ve öğrenci hareketlerini olabildiğince baskı altına alarak herhangi bir talep veya rahatsızlığı dillendirme, seslendirme eylemini engellemek üzerine kurulu bir yapı isteniyordu demek yanlış olmaz. Özellikle sol partilerin yasaklanması ve illegal konuma konulması, öte yandan sendikaların kapatılması ile beraber örgütlü hareketler yollarını kaybetti. Bu dönemde birçok hak gaspı ve insan hakları ihlali yaşandı. Yabancı sermaye ve yatırımlar herhangi bir eylemle karşılaşmasın diye bu tarz örgütlenme girişimleri hem cunta etkisiyle hem de Turgut Özal başbakanlığındaki hükümetlerle engellenmeye çalışıldı. Birçok öğrenci, öğrencilikten ve dolayısıyla üniversiteden atıldı. 1986 Nisan’ında YÖK’ün 44. maddesi doğrultusunda öğrencilikten atılan öğrenciler üniversiteye geri alınmak için Türkiye’nin farklı illerinden Ankara’ya yürüyüş düzenlediler. ODTÜ ÖD’nin de içinde bulunduğu öğrenci dernekleri meclise yürümek istedi ve polis barikatını aşan öğrenciler muhalif parti yetkilileriyle görüştü. Fakat bu sırada Sıhhiye’de öğrenciler polisle çatışmaktaydı ve akabinde birçok öğrenci gözaltına alındı. Gözaltılar sonucunda fakültelerde protestolar başladı ve ilgili maddenin iptali için dilekçe kampanyaları başladı. En sonunda 1987 baharına gelindiğinde protestolar “YÖK’e hayır!” sloganında merkezileşmişti. Ancak yine bu protestolar neticesinde birçok öğrenci gözaltına alınıyor, üçten fazla kişi bir araya gelirse, özellikle Kızılay bölgesinde, gözaltılar yaşanıyordu (Yüzgeç, 2016). 1987 Nisan’ında hükümet tüm bu eylemlere karşı “Tek Tip Öğrenci Derneği Yasası” geçirmek istedi. Ancak ODTÜ’de önce yemekhane boykotu daha sonrasında ise oturma eylemi yapıldı. Her ne kadar jandarma bu eylemleri dağıtmış olsa da kamuoyu oluşturulmuş ve diğer üniversitelerdeki öğrenciler de yürüyüş kararı almışlardı. Ankara’nın farklı noktalarında toplanan öğrenciler yürüyüşle beraber ODTÜ’ye gelecekti. Daha sonra bu eylemler İstanbul Beyazıt, İzmir ve Eskişehir’e de yayıldı. Hemen akabinde ise Turgut Özal yasa tasarısını geri çekeceklerini ve öğrencilerin de kampüslerine dönmesi gerektiğini söyledi (Yüzgeç, 2016).
12 Eylül sonrası bir diğer problem ise ODTÜ ve üniversitelere yönelik bütçe kısıtlamalarıydı. 12 Eylül öncesi özerk ODTÜ’de akademisyen maaşları dönemin ortalamasının da üstündeyken 12 Eylül sonrası inanılmaz düşüşler yaşanmıştı. Mustafa Tokyay (2016) maaşları tanımlamak için şöyle diyordu: “ODTÜ’deki bir asistan maaşı diğer üniversitelerin 3-4 katına tekabül ediyordu. Diğerlerine göre ciddi iyi paralar veriliyordu ama aslında olması gereken buydu. Bizimki yüksek değil, diğerlerininki düşüktü. YÖK’e bağlanınca ODTÜ’deki akademisyen maaşı tepetaklak oldu.” (aktaran Bürkev, 2016). Bu atmosferin içerisinde birçok akademisyen yeni açılan Bilkent Üniversitesine transfer olmak zorunda kaldı ya da yurt dışına gitti. Bir kısım akademisyenler ise Amerika, Avrupa ve Arap yarımadasında yüksek maaşlarla istihdam edildi. Bu dönemde ODTÜ üç yüzden fazla akademik personelini kaybetti. Daha sonra 80’lerin sonu 90’ların başına doğru, maaşlar biraz daha yükselince akademisyenler dönmeye başladı fakat yine de bütçe kesintileri devam ediyordu ve üniversite araştırma bütçesi bulamıyordu. Dönemin neo-liberal atmosferinde ise üniversitelere “Kendi bütçenizi yaratın.” tarzında abesle iştigal sözler ediliyor ve bilime ayrılan kaynak kamu ve devletin üzerinde bir yük olarak görülmeye başlıyordu. İşte bu noktada kendi kaynağını yaratmaya çalışan ODTÜ kiralarla kendine kaynak yaratmaya çalışırken dönemin rektörü Ömer Saatçioğlu “Teknokent” fikrini ortaya attı. Üniversite himayesindeki araştırma ve geliştirme alanları olarak görülen bu teknolojik parklar vergiden de muaftı ve üniversiteye ciddi bir kaynak yaratıyordu. Öte yandan bir noktadan sonra üniversite öğretim görevlileri de bu teknoloji parklarında danışman olarak görev almaya başladı ve dönemin akademisyen maaşlarından çok daha fazlasını Teknokent şirketlerinden almaya başladılar. Fakat bu durum ODTÜ’deki birçok akademisyenin işini bırakıp bu şirketlere danışman olarak gitmesine neden oldu çünkü hem akademisyen hem danışman olarak çalıştıkları vakit aldıkları danışman ücretinin yarısı ilgili üniversite için kesiliyordu.
12 Eylül sonrası memleketteki sosyal, siyasal ve iktisadi birçok dinamik evrim geçirdi şüphesiz. ODTÜ de bunlardan nasibini aldı. Gerek YÖK doğrultusunda atanan rektörlerin kendilerini dogmatik hanedan üyeleri görüp istedikleri gibi at koşturabileceklerini sanması, gerek örgütlü öğrenci faaliyetlerinin kısıtlanıp sekteye uğratılması, gerek akademik personelin ihraç edilmesi ve başka ekonomik, coğrafi ve sosyal koşulların içerisinde yaşamaya zorlanması ODTÜ’nün 1980 sonrası tamamen olmasa da çoğunlukla dönüştürüldüğünün bir göstergesi. Dönem içerisinde baskıya uğrayan ve sindirilmeye çalışılan birçok öğrenci ve akademisyen yılmadı ve dayanışmaya devam etti. Örgütlü mücadeleden hiçbir zaman geri durmadılar ve her zaman bir çıkış yolu aradılar. Bugün de aynı endişelerle, taleplerle ve çıkış arayışlarıyla mücadeleye devam ediyoruz. Üniversiteler ve onların değişmez bileşenleri olan akademik personeller ve öğrenciler hiçbir zaman mücadeleyi bırakmayacaktır.
Kaynakça
Bizimmuhtar. (2018, March 07). Prof. Dr. Mehmet GÖNLÜBOL (1982-87). Retrieved January 07, 2021, from http://odtuluden.com/prof-dr-mehmet-gonlubol-1982-87/
Bürkev, Y. (2016). ODTÜ: Tarih Direniyor. Istanbul: Nota Bene Yayınları.
TARİHÇE. (n.d.). Retrieved January 07, 2021, from https://www.yok.gov.tr/kurumsal/tarihce
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982), T. C. Resmi Gazete, 17863, 9 Kasım 1982