“Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun.”
-Birhan Keskin
“Dayanışmak nedir?” sorusunu kendimize yönelttiğimizde her birimiz pek çok farklı tanıma ulaşıyor olsak da ortaklaştığımız hissiyatın aynı olduğunu düşünüyorum. Birbirimizden güç almak, yalnız kalmamak, yalnız kalsak bile aslında her zaman gücünün bizimle birlikte olduğuna inanmaktır dayanışmak. Yani tanımlar, alanlar, sokaklar, durumlar ve olaylar farklılık gösteriyor olsa da güç almanın, birbirimizin çaresi olmanın ortaklığında birleşiriz hepimiz. Asla yalnız yürümeden, bir kişi daha eksilmeden; geceleri, sokakları, meydanları terk etmemek için direnmektir dayanışmak. Dayanışmanın mekanları, ihtiyaç duyulduğu durumları değişir ancak dayanışma hep aynı hissiyatı barındırır.
Bu yazıda ODTÜ Onur Yürüyüşü’nde ve gözaltılarındaki dayanışmanın spesifikliğine inerek ilk gözaltımda tanık olduğum dayanışmayı ve bu deneyimimin bende uyandırdığı duyguları paylaşmak istiyorum. Bunları anlatmaya ODTÜ’de lubunyalar için nasıl bir atmosfer olduğunu, gözlemlediğim kadarıyla aktarmakla başlamanın iyi olabileceğini düşünüyorum. ODTÜ her ne kadar -potansiyeli ve kültürü sebebiyle- lubunyaların bulunduğu diğer alanlara göre daha güvenli, özgür, açık fikirli sayılsa da lubunyaların, kampüsün çoğu alanında, özellikle yurtlar gibi en güvenli olması gereken alanlarda bile LGBTİ+fobiyle karşılaştığını söylemek mümkün.
Transfobik ve LGBTİ+fobik yurtlar, LGBTİ+fobik hocalar, alanda Gökkuşağı Bayraklarına tahammül edemeyen, bayrak konusu üzerinden lubunyalara nefret kusan öğrenciler, Gökkuşağı Merdivenlerinin gökkuşağı renklerinde olmasını istemeyen ve onları inatla beyaza boyayan Rektörlük ve fobik öğrenciler, lubunyalar etkinlik yapmak istediğinde onları göz hapsine alan veyahut etkinlik alanından kovan iç hizmetler, 28 senedir lubunya topluluğu olduğu için resmi topluluk olamayan ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması’nın resmiyetini engelleyen LGBTİ+fobik kayyum Rektörlük ve çok daha fazla şiddet unsuru, ötekileştirme ve hedef gösterme ile her geçen gün, her geçen zaman diliminde, kampüsün neredeyse her alanında karşı karşıyayız. Lubunyalar her gün en güvende hissetmeleri gereken yerde, kampüslerinde, bile bu şiddet türlerine maruz kalıyorlar.
ODTÜ’de LGBTİ+fobi yok değil var, ancak ODTÜ’de LGBTİ+fobiye “geçit” yok, bu şiddete göz yummuyor, boyun eğmiyoruz.
Hayatın her alanında “öteki” olarak görülmenin, hedef gösterilmenin, nefret kusulan insanlar olmanın; çalıştırılmamanın, barındırılmamanın, okutulmamanın, hatta yaşatılmamanın getirdiği yükle beraber kampüslerde bize karşı olan nefretin üzerimizde bıraktığı yük çok ağır, gerçekten çok ağır. Tüm bunların yanında, lubunyalar olarak nefrete karşı direnmek için yürüdüğümüzde kayyum Rektör yüzünden, kampüste rahatça yaşamak adına yürüyüş düzenlediği için polis işkencesine maruz bırakılan sayılı kitlelerden biri olmanın getirdiği büyük bir zorluk da var. İşte tüm bu nefretin üstesinden gelmek için direnmeye devam etmenin motive edici tek bir gücü var, dayanışmak.
Cümlelerimiz susturuluyorsa biz de şarkılar söyleriz o zaman, saatler süren gözaltından çıktığımızda sloganlarımızı haykırırız.
Gelelim benim için çok büyük anlamı olan, hayatımı ve aktivizmimi büyük ölçüde etkileyen ilk ODTÜ Onur Yürüyüşüme ve ilk gözaltıma. ODTÜ’deki ilk onur yürüyüşüm 2022 yılındaki 10. ODTÜ Onur Yürüyüşü’ydü, ilk gözaltım ise yine bu yürüyüşte olmuştu. Kampüste ve hayatın diğer her alanında çeşitli şiddete maruz kalan lubunyalar için nefrete inat yaşamı savunmak, iktidar tarafından LGBTİ+fobisi sebebiyle öldürülen lubunyaları anmak ve onların mücadelesini devam ettirmek için yürümeyi amaçlıyorduk. Onur yürüyüşlerinin bir suç olmadığını, haklarımızı kazanmak için yürümenin en temel anayasal haklarımızdan biri olduğunu biz biliyorduk ancak iktidar, ODTÜ’nün kayyum Rektörü ve iktidarın polisi bu hakkımızı görmezden geliyordu; görmezden gelmekle kalmayıp bizi darp ediyordu, bizleri işkenceyle gözaltına alıyordu, tıpkı geçmiş ODTÜ onur yürüyüşlerinde olduğu gibi. 2022 senesindeki polis saldırısı, polisin kendisinin uyguladığı fiziksel saldırılarının yanı sıra biber gazı ve plastik mermiyi de içeriyordu. Polis tarafından ters kelepçeyle yakalanmış olsak dahi yüzlerimize yakın temastan biber gazı sıkılmaya devam ediliyordu. Alanda yaşadığımız tüm bu işkencelerin ardından araca alındığımızda gerginliğimizle birlikte öfkemiz de artmıştı.
Araç içindeki polis şiddeti, onlardan su istediğimizde “Biz içmiyoruz siz de içmeyeceksiniz.” cevabıyla bizi su içmekten mahrum bırakmalarından tutun, cinsiyetçi ve homofobik küfürler ederek bizleri aşağılamalarına kadar devam ediyordu. Biz ise tüm bu şiddete karşı polisle iletişim kurmuyorduk çünkü iletişim kurdukça polisin bize olan şiddeti daha çok artıyor ve fiziksel boyuta ulaşıyordu. Gözaltındaki en iyi direniş, onları muhatap almadığımızı vurgulamak ve moralimizin yerine gelmesi için çabalayıp dik durabilmekti, biz de şarkı söylemeye başladık. Susturulmaya çalışıldığımız her anı hatırladıkça sesimiz daha da yükseliyordu sanki, birbirimize tutunuyor, birbirimizden güç alıyorduk. Bandista’nın “Olur Olmaz” şarkısını zaten çok severdim ama şimdi, bu gözaltımdan sonra, bende bambaşka bir yeri oldu, ilk gözaltımda arkadaşlarımla söylediğimiz ilk şarkıydı.
Özgürlüğümüz kısıtlansa da biz başka yerden haykırırız direnişimizi.
Gözaltı çıkışımızda arkadaşlarımız bizi bekliyordu -neredeyse her gözaltı çıkışı, gözaltında olmayanlar gözaltına alınan arkadaşları bekler- ve araç, çıkışımızın yapılacağı hastanenin önüne geldiği an göz göze gelmeler, el sallamalar başladı. Sabahın beşinde, arkadaşlarımızın o yorgunlukla bizleri bekliyor olduğunu fark etmenin uyandırdığı hissiyatı tarif etmek çok zor, gerçekten müthiş bir histi. Çıkıp arkadaşlarımıza sarıldıktan sonra yürüyüşün biz gözaltına alındıktan sonra biraz olsun devam edebildiğini ve bir şekilde basın metnimizin okunabildiğini öğrenmek sevinçten ağlamama sebep oldu çünkü o şiddete rağmen, o baskıya ve işkenceli gözaltılara rağmen arkadaşlarımız bir şekilde söylemek istediğimiz şeyleri içeren basın metnini okuyabilmişlerdi. Biz çok fazlayız, çok güçlüyüz, bitmeyiz, tükenmeyiz. Bizi susturmaya çalışsanız da biz alanda da araçta da direnmeye devam ederiz.
Umudumuzu asla kaybetmeyiz, çünkü biliriz ki “Şimdi uzanıp yattığımız otlarda yarın yeni bir yeşillik büyüyecek.”
İşte dayanışmak tam da bu anlattıklarımdır. Biz gözaltındayken alanda kalan arkadaşlarımızın işkencelerin ve gözaltıların öfkesiyle yürüyüşü tüm çabalarıyla devam ettirişidir çünkü lubunyanın öfkesinin işkenceyi yeneceğini biliriz. Ters kelepçeden cinsel tacize kadar giden işkencelere, karşı karşıya kaldığımız işkence tehditlerine, hakaretlere, aşağılamalara rağmen direnmeye devam etmemizi sağlayan güçtür dayanışma. Zorla tutulmayı, özgürlüğümüzün elimizden alınışını tanımayarak sesimizin özgür oluşunu kullanmaktır dayanışmak. Üstelik kendimiz kırarız bu zinciri, bizleri kelepçeleseniz de bizler şarkı söyleriz, susturmaya çalışsanız da susmayız biz, tüm lubunyalar özgür olana dek mücadelemizi sürdürürüz. Onlar bizlere ahlaksız dedikçe biz “ahlaksızlığımızdan” güç alır direnmeye devam ederiz. Gülten Akın’ın da dediği gibi “Arsızlık bugünden geri / Umut ve direnç demektir / Sokulmak demektir yaşamın koynuna / Özdeşlik demektir yaşamla” Gülten Akın’ın arsızlığıyla yaşamını bir tuttuğu sardunyalardır şiirinde bahsettiği. Hiçbir zorluğa boyun eğmezler, bıkmadan usanmadan açarlar, sonunda ise umudu ve direnişi selamlarlar. Madem ahlaksızız, madem arsızız biz de arsızlığımızdan, ahlaksızlığımızdan güç alırız; umut ve direnişe ulaşır, yaşamın koynuna sokuluruz. Küçücük bir araca atılıp özgürlüğümüz saatlerce, bazen günlerce ellerimizden alınsa da biz şarkılar söyler birbirimize güç oluruz, umut oluruz. Tüm bu işkencelere inat şarkılarımızı söylemekten, direnmekten vazgeçmeyiz. Yaşamla özdeş olan arsızlığımıza tutunuruz. Umudumuzu asla kaybetmeyiz, çünkü biliriz ki “Şimdi uzanıp yattığımız otlarda yarın yeni bir yeşillik büyüyecek.”
Referanslar
https://bianet.org/yazi/birhan-keskin-bir-aci-biber-172938
https://www.siir.gen.tr/siir/a/arkadas_zekai_ozger/askla_sana.htm
https://www.instagram.com/odtulgbti
Editörler: Gülare Çakır, Sude Demirel