ODTÜ’de bir hayalet dolaşıyor – 68’in hayaleti.
İdealleri olan, o idealler uğruna mücadele eden insanların baş mimarı olduğu büyük bir başkaldırının; Soğuk Savaş’ın tam ortasına doğmuş olan bir kuşağın faşizme, kapitalizme, emperyalizme ve sömürüye karşı dünyayı çepeçevre saran direnişinin hikayesidir bu okuduğunuz, 68 Kuşağı’nın hikayesi.
Paris’in insanlığa sunduğu büyük bir armağandır 68 Başkaldırısı. 60’ların sonlarına doğru ABD’de ırkçılığa, Avrupa’da Vietnam’ın işgaline ve üniversitelerdeki otoriteye isyan eden kitleler, Fransa’da baş gösteren olaylardan sonra kısa süre içinde hep bir ağızdan şarkılarını söylemeye başlamışlardı. Bu esnada Türkiye’de işçi-köylü-öğrenci dayanışması emperyalizme karşı duruyordu ve taleplerini yüksek sesle söyleyecek konuma geliyordu. Deniz’in önderliğinde 6. Filo denize dökülüyor, Türkiye İşçi Partisi meclise giriyordu. Uzun lafın kısası, Türkiye’de de tıpkı dünyanın geri kalanındaki gibi “sol yumruk yükseliyordu”.
Peki o sıralar ODTÜ’de neler oluyordu?
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, anti-emperyalizmin, anti-kapitalizmin, direnişlerin ve devrimciliğin Türkiye’deki bayraktarlığını yapıyordu. Komer’in arabasını ateşe veriyor, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kuruyor, stadyumuna kimsenin silmeye cesaret edemeyeceği şekilde dev harflerle “DEVRİM” yazıyordu.
Kolay iş değil bir NATO ülkesinde Amerikalıların kurup finanse ettiği, eğitim dilinin İngilizce olduğu bir üniversitede bunları yapmak ama ok yaydan çıkmıştı artık: ODTÜlüler bağımsız, demokratik bir Türkiye istiyorlardı, özerk üniversite istiyorlardı, eşitlik istiyorlardı, devrim istiyorlardı. Kimseden de korkmuyorlardı, inandıkları değerler için ölümü göze alacak kadar kararlılardı.
Oasis’in “Don’t Look Back in Anger” şarkısında dediği gibi devrimi yataklarından başlattılar.
“So I start a revolution from my bed
Cause you said the brains I had went to my head”
1962’de açılan ve kapasitesi yaklaşık 13.000 kişi olan ODTÜ Stadyumu, günümüzde mezuniyet törenlerinin düzenlendiği ve öğrencilerin pankartlarıyla yürüyüşlerini yaptıkları yerdir; aynı zamanda her yıl gerçekleşen ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği ve Devrim Yürüyüşü gibi etkinliklere de ev sahipliği yapmaktadır. Efsaneye uyup kampüsü Rusya’ya doğrultulmuş bir tabanca olarak düşünürsek stadyum bu tabancanın tam tetiğinde olacaktır ki bu kampüsün merkezi sayılabilecek bir noktadır; yurtlara, Çarşı’ya ve bölümlere olan yakınlığı da bu çıkarımı destekler.
Stadyum inşa edildiğinde tribünde “devrim” yazmıyordu tabii ki, peki yazıyı kimler, neden, ne zaman yazdı?
Ankara’da 1968 yılının 10. ayının soğuk bir gecesinde bir avuç ODTÜ’lü öğrenci -Hüseyin İnan, Taylan Özgür, Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner, Mete Ertekin ve bir arkadaşları- gece yarısı saat 00.00 civarı ODTÜ Stadyumu’nda buluştular.
50 metrelik halatları, Japon malı trafik yol boyaları, cam asitleri ve yüreklerinde devrim ateşi vardı. Sonraları asla çıkarılamayacak bir boya olduğunu söyleyen efsanelere konu olacak olan karışımı birkaç denemeden sonra cam asidiyle yol boyasının oranını tutturup hazırladılar ve işe koyuldular. Getirdikleri halatı şablon olarak kullandılar. Büyük Spor Salonu’nun çatısına çıkan arkadaşlarının yardımıyla yazıyı sabaha karşı bitirmişler, ODTÜ Stadyumu’na 33 metre yüksekliğindeki harflerle “DEVRİM” yazmışlardı. Yazıyı yatay bir şekilde yazmışlardı ve yazı yukarıdan görünmüyordu.
Yazıyı yazanlardan Taylan Özgür 24 Eylül 1969’da İstanbul’da, Alpaslan Özdoğan 30 Mayıs 1971’de başka bir ODTÜ’lü Sinan Cemgil ile birlikte Adıyaman’da öldürüldü. Hüseyin İnan ise 6 Mayıs 1972’de yoldaşları Deniz Gezmiş ve yine bir ODTÜ’lü Yusuf Aslan ile Ankara Ulucanlar’da darağacına yürüdüler. Onlar hayatlarının baharında Türkiye’nin bağımsızlığı ve Türk halkının özgürlüğü için canlarını feda eden devrim şehitleriydiler, gencecik birer fidandılar; ne var ki o karanlık yılların bizden aldığı tek yoldaşlarımız olmadılar. Devrim ateşini son ana kadar kalplerinde tuttular ve mücadeleye devam ettiler.
Bu andan itibaren stadın adı artık ODTÜ Stadyumu değil; DEVRİM Stadyumu olmuştu. Kronolojik akış gereği yazının bu bölümüne kadar “ODTÜ Stadyumu” diye bahsettiğim stadyumdan bahsederken bundan sonra “Devrim Stadyumu” diyeceğim.
68 Kuşağı’nın yüreğine işleyen devrim, ilerleyen senelerde defalarca yakılarak ve tekrar yazılarak Devrim Stadyumu’na da kazınmıştı artık, her ne kadar yazı birçoklarını rahatsız etmiş olsa da kimse yazıyı silemedi, kalkışanlar da başaramadı.
1980 darbesi sonrası oluşan baskıcı ortam nedeniyle birtakım kimseler “devrim” yazısını silmek istedi, yazının üstünü boyadılar ama alttaki yazı her seferinde güneş gibi parlayacak şekilde ortaya çıkıyordu. Kışın yağmur ve kar boyayı çıkarıyor, yazınsa güneş solduruyordu. Yazı 1990 yılında son bir kez daha yakıldı, bu da bazı kurullarda yazının artık kaldırılması gerektiği yönündeki düşüncelerin tekrar alevlenmesine sebep oldu. Bu kurullardaki tartışmalardan yazının okulun bir simgesi olduğu ve kaldırılmasının anlamsız olacağı kararı çıktı. Böylece stadyumdaki yazı baki kaldı, ilerleyen yıllarda ODTÜ bileşenleri yazıyı belirli aralıklarla yazdılar ama 1990 yılından sonra bir daha hiç yakmadılar.
1993 yılının Mayıs ayında ODTÜ Bahar Şenliği kapsamında ODTÜ’de konser veren isimlerden biri de Cem Karaca’ydı. O zamanlar, 1980 askeri cuntası nedeniyle bir dönem Almanya’da yaşayan ve ardından Turgut Özal’ın girişimleriyle Türkiye’ye dönen Cem Karaca, bu nedenle tartışılan bir kişiydi ve konseri protesto etmek isteyenler de oldu. Ne var ki o güne damgasını vuran gösteri bir protesto niteliği taşımıyordu; tıpkı Ekim ’68 gecesindeki gibi o konser akşamı da bir avuç gencin kafasında stadyuma “Devrim” yazmak vardı, tek farkla, bunu mumlarla yapacaklardı.
Tribünde harflerin üstünde oturanlara mumlar verilecek ve işaret edildiğinde herkes mumları yakarak görsel bir şölen oluşturacaktı fakat dediğimiz üzere buna karşı olan insanlar da vardı ve kimlerin harflerin üstünde oturduğunu tek tek tespit etmek epey zordu. Bunun yerine öğrenciler çimlere mumları dizerek “Devrim” yazmaya karar verdiler ve mumları dizmeye başladılar. Bir iddiaya göre de yazının oluşturulmasını önlemeye çalışan jandarmayı Cem Karaca engellemiş ve sorunu büyümeden çözmüştür. Hava kararmaya başladığında mumlar yakıldı ve aşağıdaki görüntü ortaya çıktı.
Her yıl ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği’nin 3. günü mumlar getirilir ve Devrim Stadyumu’nun tam ortasına o Cem Karaca konserinde olduğu gibi ışıl ışıl bir şekilde “devrim” yazılır.
Tıpkı ODTÜ Ormanı ve Bilim Ağacı gibi Devrim Stadyumu da ODTÜ’nün simgelerinden biri olarak çıkıyor karşımıza, başka üniversitelerde benzerine rastlanmayan tutkulu bir devrim aşkının eserinden daha azını beklemek haksızlık olurdu. İlk yapıldığı andaki çıplak görüntüsünden şu an eser yok, etrafındaki ormanla büyük bir uyum içinde yaşayacak şekilde evrildi. Bana soracak olursanız Devrim’in en güzel görüntüsüne yağmurdan hemen sonra yazının belirginleşip toprak kokusunun etrafa yayıldığı zamanlarda erişebilirsiniz. Biz öğrencilerin kısaca “devrim” dediği, bulduğu her fırsatta çimlerine uzandığı ya da tribününde oturduğu -eğer şanslıysak lisede okulu gezmeye gelip önünde fotoğraf çektirdiği- vazgeçilmez bir uğrak noktasına dönüştü.
Onlarca yıldır süregelen çabalara rağmen Devrim’in, 68’in ruhu hala ODTÜ’yü terketmiş değil, hala aramızda dolaşıyor. Tıpkı Kavaklık direnişinde gördüğümüz gibi diktaya, sömürüye ve talana karşı dimdik ayakta mücadelesini veriyor.
Yazıma 68 kuşağının çok sevdiğim bir sloganıyla son vermek istiyorum.
“Plus je fais l’amour, plus je fais la revolution”
Ne kadar aşk, o kadar devrim.
Bu projeyi tasarlayan TÜM DEVRİMCİLERE selam olsun.