Ana SayfaÖne ÇıkanlarSavaşa Karşı Sinemayla Çıkmak: Uluslararası Savaş Karşıtı Film Festivali

Savaşa Karşı Sinemayla Çıkmak: Uluslararası Savaş Karşıtı Film Festivali

Ankara’nın her köşesi pek çok yazılamayla kaplıdır. Sokakları kırmızı yoğunlukta afişlerle karşılar bizi; şehrin hafızasını güncel tutar, direnenin yüzünde tebessüm uyandırır, içindeki ateşi harlar. Bugün de karşılaştığımız bir afişten yola çıkacak öykümüz; Uluslararası Savaş Karşıtı Film Festivali’nin ilkiyle. 

Bir kasım günü, güneş kavurmayı bırakmış, ceketlerimizi giymeye başlamışken İİBF-A kantininde oturuyoruz. Bu yıl ilki düzenlenecek olan Uluslararası Savaş Karşıtı Film Festivali’nin koordinatörü Volkan Gümüş ile beraberiz, beş çay bize eşlik ediyor; akşamüstü soğuğunu kırıyor. Festivalin doğuş hikayesini dinlemeye başlarken alıyoruz ilk yudumu.

Bir savaş karşıtı film festivali neden olmasın?

Spartaküs Kültür ve Sanat Derneği gönüllülerinin bir sohbet esnasında sorduğu soruyla başlamış her şey: “Bir savaş karşıtı film festivali neden olmasın?” 

Volkan; Gazze’deki savaş başta olmak üzere küresel ve güncel savaşlara karşı sanatın da bir ses üretmesi gerektiğini söylüyor, festivalin temel motivasyonu bu ihtiyaç olmuş. 

Bu tip festivallerin dünyada çok az örneği var. Yerel örnekleri olsa da güncel, uluslararası bir festival yok denecek kadar az. Volkan bunun sebebini sinema sektöründeki tekelleşmeye bağlıyor. Bu nedenle bu festivalin varoluşunu da bir direniş alanı olarak gördüğünün altını çiziyor. Özellikle politik bağımsız filmlerin sektör içinde kendilerine alan bulmakta zorlandığını ve bu festivalin buna karşı bir gedik açma amacı da güttüğünden bahsediyor. Alternatif mecralar, sanat üretimleri ve bağımsız festivallerin bu anlamda kritik bir önemi var. Egemenlerin elindeki sinema ve medya sektörlerine karşı yeni bir söz, yeni bir paradigma yaratarak tek taraflı bir propagandanın veyahut savaşı meşrulaştırıcı işlevin önüne geçiyorlar. Bunu şu sözlerle ifade ediyor: “Dünya medyasının uzun yıllardır emperyalist savaşları meşrulaştırıcı bir işlevi var. Rambo filmleriyle büyümüş bir kuşağız; orada bile Vietnam anlatısı tamamen çarpıtılmıştı. Bugün de benzer mekanizmalar işliyor. Filistin direnişi ‘vahşi cihatçılar’ olarak sunuluyor, İsrail politikalarına karşı çıkan herkes antisemitizmle suçlanıyor. Almanya’da üniversitelere yapılan polis baskınlarının da sebebi bu. Ukrayna Savaşı’nda da Batı medyası tek taraflı bir propaganda hâkimiyeti kurdu. Fakat Gazze’de gerçek o kadar çıplak ki bunu istedikleri kadar çarpıtmaya güç yetiremediler.” 

Deneyimin içinden hissetmek, sansür ve baskı

Volkan, baskı dönemlerinin sanatçıyı daha dolaylı anlatım biçimlerine yönelttiğini, sinemanın otoriter rejimlerde tam da bu noktadan şekillendiğini söylüyor. Sanatçılar metaforlarla konuşmak zorunda kalıyor; bu durum da doğalında sinemasal derinliği kimi zaman daha da artırıyor. Ancak baskı ve sansürün yoğunlaştığı dönemlerde sanatı harekete geçirici kılanın, onu toplumla buluşturacak kamusal zeminler olduğunu vurguluyor. Festivaller ise tam burada bir köprü görevi görüyor. “İstanbul’da gönüllü toplantısı yapılacak. Kıbrıs’taki toplumsal muhalefetle bağlar kuruldu; festival oraya da taşınıyor. Uluslararası savaş karşıtı ağlarla ilişki kuruluyor. Bunların hepsi, festivalin politik etkisini artıran unsurlar. Sanat tek başına devrim yapmaz ama devrimci fikirleri, dayanışmayı, uluslararası bağları güçlendirir. Bizim yapmak istediğimiz de tam olarak bu.”  

Volkan, festivalin uluslararası alanda da beklenenden fazla ilgi gördüğünü söylüyor ve özellikle en çok başvurunun İran’dan geldiğini belirtiyor. Ona göre bu bir tesadüf değil. İran sinemasının uzun yıllardır dünyanın en güçlü bağımsız sinema damarlarından birine sahip olduğunu hatırlatıyor. Politik baskılar, sansür mekanizmaları ve toplumsal mücadelelerin iç içe geçtiği bir coğrafyada sinemanın hem bir ifade alanı hem de soluklanan bir alan olarak değerlendiğini anlatıyor. 

Volkan’a göre festival, sadece bir film seçkisi sunmaktan ibaret değil. Aynı zamanda paneller, forumlar ve tartışma alanlarıyla kolektif düşünmeyi teşvik eden bir buluşma zemini yaratıyor: “Amacımız, ‘izleyip evine dönülen’ bir etkinlik düzenlemek değil; izleyiciyi düşündüren, tartışmaya çağıran, harekete geçirici bir ortam oluşturmak.” Sinemanın bunu sağlamak için en uygun alanlardan biri olduğunu da şu özelliğini vurgulayarak ifade ediyor: “Sinema, haber bültenlerinin veremeyeceği bir şeyi veriyor: deneyimin içinden hissetme. Bir çocuğun gözünden bombaları görmek, bir bedenin sakat kalışını duyumsamak, savaş korkusunu iliklerinizde hissetmek.” 

Salondan çıkınca hayat normale dönüyor

Değişimin nerede başladığı ve bittiği hakkında konuşuyoruz, filmden çıkınca hayatın normale dönmesi bunlardan biri. Volkan bize şunları söylüyor: “Her izleyici filmi izleyip günlük hayatına dönecek, bu çok doğal. Fakat önemli olan, duyarlılığı olan insanların içindeki kıvılcımı yakabilmek. Biz bu kıvılcımı beslemek için filmleri üniversitelere, mahallelere, örgütlü yapılara taşımayı planlıyoruz. İzleyici pasif konumda kalmasın; tartışsın, sorgulasın, bir adım atmak isterse onu karşılayacak örgütlü bir zemin bulsun istiyoruz. Değişim tam olarak burada başlıyor: izleyenlerden küçük bir kısmı adım attığında bile büyük dönüşümler mümkün.” 

Uluslararası Savaş Karşıtı Film Festivali 7 şehirde gösterime girecek ve biz, sinemanın evrensel diliyle enternasyonel mücadeleyi genişletmek için dünyanın farklı şehirlerinde sinema perdelerinin karşısında olacağız.


Editörler: Elif Gülare Çakır, Öykü Z. Çakmak

Röportaja Katkı Sağlayanlar: A. Zeynep Kara, Berk H. Topaktaş, Beste Naz Kaşut, Elif Eda Kıyıkcı, Öykü Z. Çakmak, Semra Bektaş

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER