Ana SayfaGenelİmdat! Polis.

İmdat! Polis.

Meşrulaştırılmış devlet terörizminin biricik araçlarından biri olan polis şiddeti; özellikle totaliterleşen, yasama-yürütme-yargı erklerinin yani bütün gücün tek bir elde toplandığı ülkelerde halkın eylemlerini bastırmak için vardır. Kapitalizmin ve varolan düzeni korumak isteyen iktidar sahiplerinin olmazsa olmaz kurumudur. Yegâne ülkemizde de durum pek farklı değildir. AKP yasama alanındaki üstünlüğünü kullanarak yargıyı da eline geçirmiş, yürütmeyi zaten kendi tekelinden bir gün olsun ayırmamıştır. Aynı zamanda, totaliteryanizm bir zihniyet yapısıdır. İnsanlara nasıl düşünecekleri, nasıl davranacakları zorla dikte edilir bu düzen çerçevesinde. Bu katı sistemde düşünce ve ifade özgürlüğü bulunmaz, yönetim aleyhine fikir öne sürülemez. Sadece “onlar”dan yana olanlar seslerini çıkarma özgürlüğüne sahiptir. Lider tek güçtür; bilgisi sınanamaz, yetkisine karşı durulamaz. Liderin ruhunu okşayan lütfuna mazhar olur, eleştiren baskıyla sindirilmeye mahkum edilir. Asli görevi asayişi, kamu düzenini ve güvenliği sağlamak ve suç işleyen kişi, kişiler veya kurumlara karşı vatandaşı korumak olan meslek grubu günümüz Türkiye’sinde; zararsız vatandaşa amiyane tabirle efelik yapan, öğrenciyi coplarla ve kalkanlarla döven, Twitter’da pek muhterem devlet büyüklerimiz hakkında konuşanların sabahın köründe evini basan, en temel insan haklarını haykırmak için bir araya gelen kadınları ve LGBTIQ+ bireyleri yaka paça gözaltına alan bir gruba dönüşerek asıl görev tanımlarının dışına çıkmışlardır. “Onlar”dan yana olmayan bizler için bu baskı ve sindirme çabasının en belirgin şekli elbette polis şiddetidir.  Bu “bastırma” eylemi insan haklarının ihlali çevresinde gerçekleşir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5.maddesinde “Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.” ibaresi bulunur. Gel gör ki totaliter rejimlerde bizlere biçilen yaşam alanının dışına adım atmaya yeltendiğimizde dahi bu düzeni kuranların ve ona çanak tutanların bekçileri gelir bizleri alır, işkence eder, hapse atar, ”gerekirse” öldürür. Barışçıl eylemlere gelince elinden geleni ardına koymayan polis, söz konusu kadınların hayatı olduğunda pek bi’ korkak yaklaşır olaylara. Şiddet gören kadınların karşı karşıya kaldıkları yaşamsal tehlikeyle “beni tehdit ve takip ediyor” diye sığındıkları karakollardan hiçbir şey olmamış gibi çıkması bile başlı başına kadınların korunmadığının ispatıdır bu ülkede. Üstelik polisin başlıca görevleri arasında, şiddet tehlikesiyle karşı karşıya olan biri karakola sığındığında, mağdurun içinde bulunduğu durumu tüm detaylarıyla anlamak, mağdura haklarını hatırlatmak ve bu yönde koruma amaçlı tedbirleri uygulamak üzere gerekirse yönlendirmek bulunmasına rağmen. Bunu yalnızca şiddet tehditi altındaki kişiyi korumak için değil, yaptıkları her insan hakları ihlalinde sığındıkları “kamu güvenliği”ni sağlamak için de yapmak durumundadırlar. Kafalarındaki adalet terazisinin ne kadar şaşmış olduğunu aynı gün yaşanan iki olayla özetleyebiliriz sanırım. Geçtiğimiz haftalarda Dolar ve Euro kurunun dramatik seviyede dalgalanması üzerine Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşen “Hükümet İstifa” eylemleri okulumuza da yansımıştı. İki gün art arda gerçekleşen eylemlerde, okulumuzda bulunmasının yasal olarak da hiçbir hükmü olmayan polisi üniversitemizden göndermek için mücadele ettik. Polisin okuldan çıkması için sloganlarımızla A4 yokuşunu inletirken polis müdahale düzenine geçmek üzere hareketlenmişti. Polisler karşısında gördüğü kalabalıktan korkmuş olacak ki amirlerin, polisleri “Korkma, korkma!” diye çekiştirerek düzenlerine dizmesine şahit olduk. Korkularının beraberinde getirdiği ilkel saldırı refleksinin yanında arkalarındaki hükûmet desteğine sığınmış olacaklar ki üzerimize plastik mermi yağdırıp biber gazına boğdular. Bizim tarafımızda olaylar böyle seyrederken adalet terazisi şaşmış olmalı ki aynı gün Kadıköy metrosunda bir kadına saldıran gözü dönmüş bir psikopat elinde bıçakla metrodan, yani girişi ve çıkışında x-ray cihazı olan, güvenlik görevlileri olan yerden elini kolunu hatta bıçağını sallaya sallaya, küfür savura savura çıktı gitti. Görüntülerden de belli ki bu olay anlık cereyan edip sönen bir saldırı girişimi değil, en ufak bir politik toplanmaya saniyesinde damlayan polisin gelebileceği bir sürede gerçekleşmiş, ki şahit olanlar da görüntülerin öncesinin olduğunu söylüyor. Peki ülkenin bir tarafında öğrencilere plastik mermi ve biber gazıyla müdahale edilirken “kamu güvenliği” için tehlike arz eden ve toplamda yirmi üç suç kaydı bulunan birine neden hiçbir şey yapılmadı o gün? Sokağa karışmasına, kaybolmasına neden izin verildi? Bu soruların cevabını asla alamadığımız ve tam olarak alamayacağımız gerçeğiyle yüzleşmek yetmezmiş gibi bir de gözaltına alınma biçimleri arasındaki fark gözümüze çarpıyor. En basitinden örnekleyecek olursak, Boğaziçi Üniversitesindeki Kayyum Rektör protestolarında öğrencilerin evine sabahın köründe koçbaşı kullanılarak girilmesiyle bahsi geçen saldırganın gözaltına alınma görüntüleri arasında o kadar absürt bir fark var ki. Bırakın polise kapıyı açıp ters kelepçe yapılırken yüzünde maske olmasını, mutfakta suç aletinin (ekmek bıçağı) gazeteye sarılıp hazır paketli olmasını, âdeta polisler saldırgana; bak biz baskın yapacağız, ayakkabılarla gireceğiz, kaldır halını kirlenmesin demişlercesine evde serili olan halı bile rulo yapılıp kenara koyulmuş.


Yukarıda bahsi geçen birçok elim olaydan anlaşılacağı üzere hükümetin kılıcı ülkeyi keskin kutuplara ayırmış durumda. Bir tarafta kendinden olmayana uygulanan düşmanca şiddet hakimken diğer tarafta güçlüyü, statükoyu koruma amacıyla yapılan danışıklı dövüşler yer alıyor. Türkiye’de maruz bırakıldığımız bu manzaranın karşısında önümüzde iki yol var: ilki bizi terk ettikleri kabuğumuza çekilip bu düzenin bizi birbirimizden uzaklaştırmasına izin vermek, diğeriyse yaşamın var olduğu her alanda yan yana mücadeleyi büyütmek. Biliyorum, her tarafından umutsuzluk pompalanan bu ülkede görünmez ve aşılması imkansız demir parmaklıklar arasına hapsolmuş gibi hissediyoruz bazen, kendimizi düzenin akışına teslim edip hiçbir şey yapmak istemiyoruz. Ancak umut kadere kendini en naif halinle bırakmak değil; aktif bir varoluş biçimi. “Ben buradayım, beni çevreleyen akıl dışı düzene teslim olmadım ve inandıklarım için mücadele edebilirim.” diyebilmek. Oscar Wilde’ın da dediği gibi, hepimiz bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor. Yaşadığımız bu kokuşmuş düzenin yarattığı atmosferde o yıldızları bulabilmenin yolu da en onulmaz zamanda bile kabuğumuzu yırtıp birbirimize omuz vermekten geçiyor.

Kaynakça

İnsan Hakları Derneği. 1999. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
https://www.ihd.org.tr/insan-haklari-evrensel-beyannames/

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER