Sorumluluk Reddi Beyanı
Bu beyan, yazarın veya Yaz Hocam’ın değil; uygarlığa, eşitliğe, adalete, dayanışmaya, emeğe, doğaya, saygıya ve sevgiye sırt çevirmiş ODTÜ’lülerin; insanlığa ve geleneklerine karşı olan sorumluluklarının reddi beyanıdır. Bu yazı serisinde yazanlar gerçek olmakla birlikte bahsedilen kişi ve kurumların düşünce ve hedefleri tamamen hayal ürünüdür, gerçeklikle herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Giriş
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, kurulduğu yıllardan itibaren Türkiye ve dünya tarihine devrimci öğrencileri ve eylemleriyle damgasını vurmuştur. 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren ülkedeki devrimci harekete yön veren ve bu hareketin merkezi olma görevini üstlenen ODTÜ; ilerleyen yıllarda giderek artan baskılara, kendisini sindirmeye çalışan iktidarlara ve cuntacılara rağmen devrimci ve solcu çizgisinden asla ödün vermemiştir. 1968 ve sonrasında yaşanan öğrenci katliamları, baskıcı rektörler, rejimler, darbeler, kurumlar, otoriter liderler, doğrudan kampüs bütünlüğüne ve öğrenci yapısına müdahaleler… Tüm bunlar ODTÜ’ye ve kültürüne büyük tehdit oluşturmasına rağmen hiçbiri ODTÜ’yü tam anlamıyla sindiremedi. Devrimci hareket kampüste hakim olmaya ve gücünü korumaya devam etti. Ne var ki son yıllarda, özellikle pandemi süreci ve sonrasında, okuldaki öğrenci kitlesinin genel olarak politik duruşu ve görüşleri okul tarihinin olağan akışının aksine ilerici değil gerici bir hal almaya -veya en azından öyle görünmeye- başladı.
70’lerde ODTÜ Hazırlık binasından bir kare
Türkiye gibi her açıdan heterojen bir ülkenin tam merkezinde, farklı kıtalardan gelen on binlerce öğrenciye sahip “Orta Doğu Teknik Üniversitesi” adlı bir kurumda, herkesin aynı fikirlere ve görüşlere sahip olmasını beklemek veya herkesten belirli bir görüşe saygı duyup o çerçevede hareket etmesini beklemek en basit tabirle saf bir harekettir. Bu sadece okulumuza özgü bir durum olmamakla beraber insanın var olduğu her yerde bu böyledir. Dolayısıyla ODTÜ’de de birbiriyle taban tabana zıt fikirler kaçınılmaz ve doğal olarak yer almış; bu görüşler gelişmiş, güç kazanmış ve kaybetmiş, değişmiş ve kimisi zaman içinde tarihe karışmıştır. ODTÜ’de herkesin sol görüşlü olduğu veya bu görüşlere ılımlı yaklaştığı düşüncesine kapılmak bir yanılgı, bunun böyle olması gerektiğini düşünmek ise bir hatadır. Kısacası ODTÜ tarihinde, okula kültürünü ve ruhunu kazandıran devrimci sol görüşe karşın nesnenin doğası gereği son derece normal ve sağlıklı olarak, yani olması gerektiği gibi, sağ görüşlü insanlar ve topluluklar da yer almıştır. Ne var ki bu grupların içinde problematik, karşı devrimci, faşist, kafatasçı, ırkçı veya dinci oluşumlar da var olmuştur. Bunlara yakın geçmişten örnek verecek olursak TGB ve Vatan Partisi, muhtelif ülkücü gruplar, IŞİD başta olmak üzere islami tarikatlar ve kimi sağ partiler gibi renklerini açıkça belli eden ve bunda bir beis görmeyen organizasyonları sıralayabiliriz.
Bu çetelerin kimi ODTÜ’de “kırım” yapmayı planladı, kimi “ODTÜ biziz” diyerek rektörlüğün de göz yumması sayesinde diğer üniversitelerden topladığı kişilerle arkasına polis ordusunu alarak okula girdi, kimi ise “gerçek ODTÜ bu değil” diyip politik ajandasını baz alarak ODTÜ’lü kitlelere seslendi. Peki ODTÜ neden sağa kaydı? Bu gerici gruplar neden son yıllarda güç kazandı? ODTÜ nasıl geçmişte ABD büyükelçisinin arabasını yakacak, hakları için boykot kararını aylarca sürdürecek bir bilince sahipken ve en azından bu bilinci ve tarihi yaşatmaya çalışan bir okulken günümüzde tam aksine; öğrenciye, işçiye, hakkını arayan ve ezilen herkese karşı iktidarın silahı olma görevini üstlenen polisin yuhalanmasına dahi tepki gösterecek, temsiliyetini ve “ODTÜ’lü” kimliğini bir avuç sosyal medya hesabına emanet edecek bir okula dönüştü?
Şunu tekrar belirtmekte fayda görüyorum: Bu yazı serisinde ODTÜ’deki sağ görüş ve bu çizgideki kişiler eleştirilmemektedir; zira bunda eleştirilecek bir durum yoktur, tam aksine olması gereken budur. Bu yazı serisinde, ODTÜ’nün benimsediği değerlere ve kültüründeki ilerici ögelere tamamen karşı çıkan ve ODTÜ’deki demokratik katılımcı yapıyı düşman bellemiş birkaç zararlı cemiyetin varlığı ve onları meydana getiren unsurlar ele alınacak ve yeri geldiğinde açıkça eleştirilecektir.
Bölüm 1
Evvela bu grupların ve ODTÜ’deki bu gerici sağ yönelimin güç kazanmasının tarihsel nedenlerini ve buraya gelene kadarki süreci inceleyelim. Biraz geriye gidelim; ülkedeki politik havayı büyük ölçekte değiştiren ve ODTÜ’yü de tam anlamıyla sindirememiş olsa da eski hâlinden uzaklaşmasına sebep olan 12 Eylül darbesi ve sonrasına. 80’lerin geri kalanında ve 90’larda ODTÜ, karşımızda güçlü politik bilince sahip öğrencileri olan bir üniversite olarak duruyordu. Çarşı’da açılan McDonald’s şubesinin kapatılmasına yönelik eylemler ve Mihail Gorbaçov’un kampüste protesto edilmesi, o dönemdeki siyasi hareketliliğe örnek olarak gösterebileceğimiz ses getirmiş ve bugün hâlâ hafızalarda olan eylemlerden. Bu bilinci 21. yüzyıla da taşıyan ODTÜ, ülkedeki direnişin ve devrimci hareketin aktif bir kalesi olmaya devam etti. Bu dönemlerde okuldaki siyasi hareketliliğin ana hedefi gitgide güç kazanan ve otoriterleşen AKP hükümeti ve bu hükümetin mensubu olan ucube bir belediye başkanının projeleriydi. 2010’lu yılların ilk yarısında sayısız eyleme imza atan ve ülke çapında ses getiren ODTÜ öğrencileri, “ODTÜ AYAKTA” eylemi, Anadolu Bulvarı protestosu ve Berkin Elvan’ın polis tarafından öldürülmesinin ardından Eskişehir Yolu’nun trafiğe kapatılmasından da anlaşılacağı gibi siyasi açıdan görece güçlü ve aktif bir hâldeydi.
ODTÜ’deki McDonald’s eylemlerinin başarıyla sonuçlandığını bildiren bir gazete küpürü
ODTÜ’lü öğrencilerin Berkin Elvan’ın ölümünün ardından Eskişehir Yolu’nda yaptıkları eylemden bir kare
İlerleyen yıllarda AKP hükümetinin giderek güç kazanması ve üniversiteleri gerici politikalarının hedefine tam olarak almasıyla okul üstündeki baskı hızla artarken 2016 yılında tarih tekerrür etti ve tıpkı 1977’deki faşist yönetimin yaptığı gibi iktidar, ODTÜ’ye rektör olamayacak birini rektör olarak atadı. Rektörlük seçimlerinde Prof. Dr. H. Nevzat Özgüven’in ardından 2. olan Verşan Kök, ODTÜ’nün yeni rektörü oldu. Birçoğumuzun şahit olduğu Verşan Kök döneminde ODTÜ tarihine kara bir leke olarak düşecek sayısız olay yaşandı, bu olaylar hakkında detaylı bilgiye ulaşmak veya hafızanızı tazelemek için ODTÜ Medya Topluluğunun hazırlamış olduğu Verşan Kök Karnesi’ne mutlaka göz atmanızı öneririm. ODTÜ, Verşan Kök’ün gelişinden sonra eşi benzeri görülmemiş bir akademik, sosyal ve siyasi çöküşe girdi, 2016 öncesinde ODTÜ bağırdığında sesi Pittsburgh’dan, Londra’dan, Paris’ten, Moskova’dan veya Tokyo’dan duyuluyorken artık Beştepe’den duyulması yeterliydi. Bu dönemde, yani son 5-6 yıllık süreçte, ODTÜ, geçmişinde –belki de darbe dönemleri hariç– hiç yaşamadığı olaylar yaşıyor ve süreçlerden geçiyor; önceden kampüse giremeyen polis artık elini kolunu sallayarak kampüste tur atıyor, öğrenci etkinlikleri iptal ediliyor, akıl dışı gerekçelerle garip kararlar alınıyor. Başta ODTÜ gibi politik bilince sahip okullar olmak üzere bütün üniversitelerdeki öğrenci profilinin değişmesi için büyük bir çaba sarf eden AKP iktidarı, ülkenin dört bir yanındaki örgütlere uyguladığı baskıyı ve şiddeti ODTÜ’de Verşan Kök’ü kullanarak güçlendiriyor, Verşan Kök de bu doğrultuda büyük ve ne yazık ki çoğu zaman etkili adımlar atıyor. Örgütlü öğrenciler fişleniyor, disipline sevk ediliyor, kampüse alınmıyor, çeşitli baskılar sebebiyle faaliyetlerini yürütemiyor. Okuldaki bu örgütlü mücadeleye ve sol görüşe rektörlük eliyle güç kaybettirilmesinin yanı sıra doğrudan kampüs bütünlüğü ve öğrenci kitlesine de müdahale edilmeye çalışılıyor, Kavaklık olayı bunun en büyük örneği olarak verilebilir. Bütün bu otoriter ve faşist uygulamaların sonucu olarak geçmiş yıllarda örgütlü mücadelenin ve eylemlerin kalabalık, güçlü bir şekilde kendine yer bulduğu ODTÜ, gerek Verşan Kök yönetimindeki rektörlüğün uyguladığı baskılar gerek ülkedeki korku iklimi ve sol karşıtı propagandalar nedeniyle bu özelliğini yavaş yavaş yitiriyor. Bütün bunlara rağmen yine de Türkiye’deki en büyük direniş alanlarından biri konumunda olan okulumuzda eylemlilik hali eskisine göre daha zayıf olsa bile hâlâ devam ediyor; tıpkı 2018 Devrim Yürüyüşü, 2019 Şenlik Eylemi, ODTÜ Onur Yürüyüşü ve Kayyumsuz Mezuniyet’te gördüğümüz gibi.
2012 (üst) ve 2021 (alt)
Ekonomik krizler, baskılar, ODTÜ üstünde gezinen tehlike bulutları; bunlar bize tam da “Daha kötü ne olabilir?” diye düşündürürken 2020 yılının başında hepimizin yaşamına doğrudan tanıklık eden COVID-19 pandemisi patlak verdi. Okulda pandemi sürecinde neredeyse her şey kötüye gitti, bu buhran bittiği zaman okulumuza döndüğümüzde önceden dikkat edilen birçok görgü kuralı ve davranışın yerini kaba ve görgüsüz hareketlere bıraktığını, birtakım kültürel ögelerin ortadan kaybolduğunu ve ODTÜ’yü ODTÜ yapan birçok değerin ortadan kalktığını gördük; Helin arkadaşımız bunların çoğunu thread’inde güzel bir şekilde anlatmış. Bu durum başlı başına ele alınması gereken bir çalışma alanı, ne var ki bu yazı serisinin konusu gereği bunları burada detaylı bir şekilde ele alamayacağım. Pandemide ve sonrasındaki süreçte yaşanan olaylara hepimiz birinci elden tanık olduk; o yüzden şahit olmadığımız, olmak istemediğimiz, farkına varmadığımız ya da kimilerinin olmasından memnun olduğu durumları konuşalım; ODTÜ’nün sorunu bakmamak mı görmemek mi irdeleyelim biraz.
ODTÜ’yü ODTÜ yapan ve hayat damarlarına kan pompalayarak ayakta tutan yapıların başında öğrenci toplulukları ve kampüs gelir. Pandemi döneminde alınan önlemler nedeniyle herkesin kampüsten uzak kalması zaten yeni gelen öğrencileri ve halihazırda okulda bulunan çoğu öğrenciyi “ODTÜ ruhu” dediğimiz kavramdan uzaklaştırmış oldu fakat burada asıl dikkat çekmek istediğim kısım kampüsün değil, toplulukların eksikliği. Öğrenci toplulukları; içinde barındırdığı siyasi örgütler, inisiyatifler ve dayanışmalarla beraber ODTÜ’nün demokratik yapısının ve bileşenler arasındaki katılımcı karar alma mekanizmasının en küçük yapıtaşı olma görevi görür. Okulda beraber emek sarf etmenin, beraber üretmenin; ODTÜ’deki politik havanın, direnişin ve dayanışmanın öğrenciye ilk hissettirildiği oluşumlardır; bu nedenle ODTÜ’deki kültürün, eylem geleneğinin ve birçok değerin yeni nesillere aktarılmasında önemli rol oynarlar. Okula yeni gelen öğrencilerin çoğunu etkinlikler, oryantasyon ve standlarla kendine çeken topluluklar pandemi döneminde bu imkanlardan uzak kaldılar, her ne kadar birçoğu çevrimiçi bir şekilde üretimlerine ve etkinliklerine devam etse de öğrencilerden gelen talep önceki senelere göre doğal olarak daha düşüktü. Dolayısıyla 2020 ve 2021 girişliler, okula pandemiden önce giren şanslı insanların aksine hazırlık senesinde topluluklara girerek veya kampüsteki “havayı soluyarak” ODTÜ ruhu’nu yaşama imkanından yoksunlardı. Bunun yerine başka alternatiflere yöneldiler.
“Topluluklar ODTÜ’yü Savunuyor” etkinlikleri kapsamında ODTÜ öğrencilerinin yemekhanede aldıkları forum, Mart 2019
Hayatın çoğunlukla parmağımızın altında geçtiği bu dönemde, öğrencilerin ODTÜ hakkında bilgi edinebilecekleri ve gelişmeleri takip edebilecekleri tek yer sosyal medya platformlarıydı. Öğrenci toplulukları için sosyal medyanın etkisi, kampüse nazaran daha azdı; öğrenciler, kampüste organik ve istemsiz bir şekilde herhangi bir yerde karşılaşarak veya adını duyarak haberdar olduğu ve bazılarına katıldığı toplulukları bu doğal aktarım olmadan ancak özel olarak ilgi duyduğu varsa bulup takip ediyor ve katılabiliyordu. İşte bu noktada ODTÜ içerikli sayfalar devreye girdi; ama topluluklara erişimi sağlamak için değil, kendi başlarına var olmak ve kitlelerini büyütmek için. Herhangi bir resmîlik içermediklerinden ve genellikle tek kişinin keyfine göre yönetildiklerinden herhangi bir kısıtlama olmaksızın, öğrenciye takip isteği atma kadar basit yöntemlerle öğrencilere ulaşabiliyorlardı. Toplulukların aksine sahip oldukları kolaylıklar, bu sayfaların kısa bir sürede okula yeni gelen öğrencilerin büyük bir kısmına ulaşabilmesini sağladı. Bunun yanı sıra bu sayfalar; okulda belli bir süredir bulunan, öğrenci topluluklarını çeşitli sebeplerle eleştiren ve genellikle milliyetçi, liberal veya muhafazakar –yani en genel anlamıyla sağ– görüşe sahip olan kimi insanlar için de bir alternatif oluşturdular; ancak yazının başında vurguladığım gibi bu bir sorun veya kötü bir olgu olarak ele alınmamaktadır ve burada dikkat çekilmek istenen durum bu insanların varlığı veya kendi platformlarına sahip olmaları değil, bu platformların bünyesinde gerici, faşist ve ırkçı insanları da bulundurmalarıdır. Okuldaki öğrencilerin hatırı sayılır bir kısmını kendi kitlesine çeken bu sayfaların, ilk başta ne kadar masum görünse de, yöneticisinin bakış açısı hesaptaki paylaşımlara ve sayfanın geneline bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yansıyordu. Öğrenciler eğer bir topluluk, siyasi örgüt veya dayanışmanın çatısı altında değillerse ODTÜ kültürünü tam olarak bilmiyorlardı ve vakit geçirebilecekleri tek yer olan sosyal medyayı bolca kullandıkları için okulla ilgili gördükleri şeyler çoğunlukla tek kişi tarafından yönetilen ve içeriği yöneticinin görüşlerinin eleğinden geçen sayfalar tarafından üretiliyordu, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da kafalarındaki ODTÜ imajı çoğunlukla bu sayfalardan gördükleri etrafında oluştu. Hâl böyle olunca öğrenciler, o yöneticilerin önyargıları, ideolojisi, tabuları ve düşüncelerine maruz kaldıklarından okulla ilgili konulardaki fikirleri de bu yönde etkilendi. Bütün bunların sonucunda sosyal medyadaki ODTÜ içerikli sayfalar pandemi sürecinde okul öğrencileri arasında popülerliklerini artırarak saygı duyulan ve itibar edilen birer oluşum haline geldiler.
Ülkedeki korku iklimi, kayyum rektörlüğün baskıları, kampüsten uzak kalmak, öğrenci topluluklarına katılımın zorlaşması, pandeminin yarattığı çeşitli olumsuzluklar, sosyal medyadaki ODTÜ içerikli sayfaların popülerliği ve etkileri… İşte tüm bunların sonucunda öğrenciler, ODTÜ ruhundan tamamen uzak ve bireysel zihinlerin ürünü olan suni bir okul içinde buldu kendini. Üniversitenin bu noktaya gelmesine neden olan durumları tarihsel süreciyle beraber inceledik, bir sonraki bölümde de bu durumun ODTÜ’ye verdiği zararı inceleyeceğiz.
Editörler: Cansu Sezen Erpolat, Ceren Deniz, İlayda Karademir