Ana SayfaÖne Çıkanlarİsyanımızla Yer Yerinden Oynar!

İsyanımızla Yer Yerinden Oynar!

Mirabal kardeşlerin Dominik Cumhuriyeti hükümetinin parmağıyla vahşice katledilmelerinin üzerinden 65 yıl, 25 Kasım tarihinin onların anısına Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan edilmesinin üzerinden 26 yıl geçti. Bu yıllar içerisinde can güvenliğimiz açısından kazanımlar elde etmiş olsak da ciddi kayıplarımız oldu. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ve verilen – eğer veriliyorsa – uzaklaştırma kararlarının bile rahatlıkla ihlal edilebildiği günümüz Türkiye’sinde; biz sokaklarda, yurtlarımızda, kampüslerimizde ve evlerimizde güvende değiliz. Biz bu satırları yazarken bir kız kardeşimiz evine giderken en kalabalık rotayı tercih ediyor, taksiye binerken plakasını alıyor, çantasında biber gazıyla dışarı çıkıyor. Peki ya biz bu “önlemleri“ alırken bizim haklarımızı koruyacak, sesimizi duyuracak olanlar neler yapıyor?   

Kadına yönelik şiddet; Türkiye’de çözülemeyen değil çözülmeyen, hatta devlet eliyle sistematik olarak meşrulaştırılan bir olgu. Kadınlar, toplumdan gördükleri baskı ile içinde sıkışıp kaldıklarını hissettikleri şiddet döngüsünden çıkmaya çalışırken devlet tarafından çaresiz bırakılıyor. Erkek devlet, erkek şiddetini yeniden yaratıyor, destekliyor, faillerin sırtını sıvazlarken hayatta kalanları yalnızlaştırıyor.

Hukuk sistemi; kadınlar için zaten oldukça zor olan adli işlem süreçlerini hayatta kalanların adreslerini faile ileterek, dava sürecini uzatarak, mağdur suçlayıcı davranarak, iyi hal indirimleri uygulayarak kadınların yargıya güvenemeyecekleri bir ortam oluşturuyor.

Erkek şiddetinin ardından kurumsal şiddet geliyor. Polis anında yardıma gelse dahi aile kurumunu öne sürerek görevi ihmal edip faili karakola götürmek, ifade almak gibi en temel prosedürleri yerine getirmeye bile zahmet etmiyor. Hayatta kalanlar, karakola ifade vermek amacıyla giderken failiyle aynı arabaya bindirilebiliyor. Karakolda polis, hayatta kalanı “abartıyorsun, büyütmüşsünüz, aileyi parçalamaya değmez, şikayet geri dönüşü olmayan bir şey” gibi söylemlerle bastırıyor, sessizleştiriyor. Kurumlar, hayatta kalanın beyanını tekrar tekrar anlatmaya zorlayarak kişiyi yeniden travmatize ederken sığınak ve destek hatlarına erişimini zorlaştırıyor. Tüm bunların ardından, hayatta kalan toplumsal şiddetle karşılaşıyor. Failin ya da kendi çevresinin utandırma ve suçlamalarına maruz kalıyor, ekonomik bağımsızlığı engellenirken sosyal çevresi tarafından da dışlanıyor.

Hayatta kalanın adalete erişimi fiilen engelleniyor. Avukat ücretleri, dava harçları, bilirkişi giderleri derken hayatta kalan büyük bir mali yükün altında bırakılıyor. Mücadelesi sürdürülemez hale getiriliyor. Kadınlar; ihtiyaç duydukları desteği kız kardeşlerinden, feminist örgütlerden, sosyal medyadan alıyor.

Türkiye’de kadınlar, kamuoyu oluşturmadıkları sürece hukuki süreçte yarı yolda bırakılacaklarına inanıyor. Adli süreç olması gibi yürütüldüğünde, uzaklaştırılma kararları alındığında bile hayatta kalan devlet tarafından korunmadığı için güpegündüz sokak ortasında öldürülebiliyor. Katiller ise devletin istediğinde öğrencileri dahi içeri almadığı kampüslere ellerinde silahlarla rahatça giriyor.

Türkiye’de kadınsanız, devlet sizi suçlamaya ve yarı yolda bırakmaya ölümünüzden sonra bile devam ediyor. Deliller karartılıyor, dosyalara takipsizlik kararı çıkıyor, kadınların “intihar ettiği” söyleniyor, çocukları için adalet arayan aileler cezalandırılıyor. Geçtiğimiz yıl Van Gölü’nde cansız bedeni bulunan üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’in bedeninde iki farklı erkek DNA’sının tespit edildiği bilgisi on ay boyunca saklandı, bu gerçek adli tıp raporuna ailenin kızları için verdiği ısrarlı adalet mücadelesinin bir sonucu olarak on ay sonra neredeyse zorla geçirildi. Rojin’in şüpheli ölümünün araştırılması önerisi mecliste AKP ve MHP oyları ile reddedildi. Çocuk yaşta öldürülen Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan, eski AKP milletvekili Nurettin Canikli’nin açtığı hakaret davası sebebiyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılırken kızının katilleri ifadeye bile çağrılmadı. 

Medya da, kadına yönelik şiddet haberlerinde dezenformasyon ve algı yaratmaya çok açık bir kanal olarak kullanılmakta. Haberlerin neredeyse tamamında bunun örneklerini görüyoruz. Hayatta kalanın/kurbanın suçlandığı ve faillerinin aklanmaya çalışıldığı birçok haber çıkıyor karşımıza. Neden peki?

Düşünün ki sosyal medyada geziyorsunuz ve karşınıza bir kadın cinayeti haberi çıkıyor. Genelde karşımıza çıkan şekli kurbanın yüzünün açık, failinin kapatıldığı şekilde görsellerle oluyor. Kurbanın geçmişi hakkında belki de tamamen asılsız olan veya haberle hiçbir ilgisi olmayan bilgilerle kurban şeytanlaştırılıp faille empati kurdurtulmaya çalışılıyor. “Kadın boşanmak istemiş, başka biriyle ilişkisi varmış… Adam da cinnet getirmiş…” Genç yaşta cinayete kurban giden veya şiddete uğrayan kadınlar; sosyal medyaya koydukları, arkadaşlarıyla eğlenirken çekildiği fotoğraflarla haber ediliyor. Eski erkek arkadaşları tarafından öldürülen veya şiddete uğrayan kadınların mevzubahis kişilerle birlikte olan fotoğrafları yayınlanıyor bu haberlerde. Neden? Çünkü o kadın onunla ilişkilenmeyi kendi seçti; göremedi mi, anlamadı mı, “çocuğun tipinden belli” değil miydi? 

Bu haberlerin kitlede oluşturmaya çalıştığı etki kurbanın kötü karakter ilan edilip, failin suçlanmaması yönünde. Onu giymeseydi, oraya gitmeseydi, alkol almasaydı, arabasına binmeseydi, gece dışarı çıkmasaydı… Ancak buradaki erkek karakter sanki kendi iradesiyle eylemlerini harekete geçirmemiş, kadın karakter tarafından harekete geçirilmiş gibi lanse edilmeye çalışılıyor. “Normalde hiç böyle biri değildi, çok şaşırdık!” “Eli yüzü de ne kadar düzgün, hiç beklemezdim!” gibi yorumlar yaratmayı hedefleyen ve başaran bu haberler, bu sayede faili gerçek olmayan bir karaktere dönüştürüp olayın gerçekliğinin, failin suçluluğunun “azalmasına” yol açıyor. Kurban/hayatta kalan ise bir birey olmaktan çıkıp, bir suç malzemesine dönüştürülüyor. 

Tüm bunlar umutsuzluğa kapılacağımız anlamına gelmez. Kadınlar olarak şüphesiz ki bu topraklarda ve dünyanın her yerinde yıllardır sürdürdüğümüz amansız mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. Yine şüphesizdir ki, ne kadar sürerse sürsün bu mücadele kazanılacak. Hayatın her yerinde olduğu gibi, burada da sesimizi duyurmaktan vazgeçmeyeceğiz. Hak ettiğimiz hukuki desteği, adalet sistemini, hayatta kalan odaklı haber yapan ve erkek şiddetini meşrulaştırmayan medyayı kazanacağız. 

Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop; inadına isyan, inadına özgürlük!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde geceleri de sokakları da meydanları da terk etmeyeceğiz, gece görüşürüz!


Editörler: A.Zeynep Kara, Elif Gülare Çakır

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER