“Benim Bedenim Benim Hayatım” ne kadar da doğru bir cümle. Hepimiz hayatımızı nasıl sürdürmek istiyorsak ve kendimizi nasıl mutlu hissediyorsak o şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Beslenmemize, hareketlerimize, kıyafetlerimize ona göre karar veriyoruz ya da bedenimizin ihtiyaçları bizim yaptıklarımızı şekillendiriyor. Tıpkı çölyak, diyabet, PCOS ve daha sayamadığımız birçok rahatsızlığa göre yaşamamız gerektiği gibi.

Birçoğumuz yaşam şeklimizi çok farklı sebeplerden dolayı değiştiriyoruz, yaşam kalitemizi arttırmak için sağlıklı beslenmeyi, spor yapmayı, aktif olmayı seçiyoruz; bazen bunları kendi isteğimizle yapmasak bile çeşitli farklılıklar bizi buna mecbur bırakabiliyor. Bu süreçte gerek profesyonel destek alıyoruz gerekse kendimiz araştırıp bedenimize en uygun yaşam şeklini bulup ona göre yaşamaya başlıyoruz. Kimi zaman çevremizden olumsuz tepkiler alıyoruz, kimi zaman acınıyoruz, eleştiriliyoruz ama aynı zamanda takdir edilip destekleniyoruz da.  Böyle destekleri artırmanın, birbirimizi motive etmenin, bilgi paylaşımı yapmanın ya da kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi, sevmeyi öğrenmenin değeri gerçekten paha biçilemez.

Beslenme stilleri ve gıdalar hakkında konuşmak istiyorum biraz. Çağımızın en yaygın hastalıkları ve dolayısıyla bilim dünyasında en çok araştırılan hastalıkları kanser, obezite ve diyabet… Hepsinin buluştuğu ortak payda ise şüphesiz beslenme ve yaşam şekilleri. Türkiye’nin herhangi bir şehrinde bir caddede dolaşırken çevrenize bir bakın. En sık gördüğünüz mekanlar şüphesiz lokantalar veya süpermarketler olacaktır çünkü şu anda ne yazık ki bir tüketim toplumuyuz. Ve inanın bu besin maddelerinden de ibaret değil, yalnızca biz bu konu üzerinde durmak istedik. Bir süpermarkete girdiğinizde rengarenk paketli gıdalar çok ilginizi çekiyor ve hemen sepetinize atıyorsunuz ve üreticiler amaçlarına ulaşıyor. Peki o ürünü sepetinize atmadan önce bir kez olsun arkasını çevirip içindekiler kısmına bakmayı denediniz mi? Bunu yaptıktan sonra o ürünü değil yerine bırakmak, çöpe atmak isteyeceksiniz. Rafine edilmiş şeker diğer katkı maddelerinin arasında masum bile kalabiliyor bazen. Ama biz yine de konumuza rafine şeker üzerinden devam edelim. Beyaz şeker veya toz şeker… Şeker pancarına kendi tabirimle işkence edilerek elde edilmiş bir katkı maddesi. Paketli bir ürün yediğinizde (artık sağlıklı olanları da var!) ya da arkadaşlarınızla buluştuğunuzda ve tatlı yiyerek tatlı konuşacağınızı düşünürken aslında beyninize ve vücudunuza acı çektiriyorsunuz. Tükettikten sonraysa tatmin olmadığınızı fark ediyorsunuz ve yedikçe yemek istiyorsunuz. Bir bağımlılık yaratıyorsunuz kendinize, tıpkı sigara ve alkol gibi. Yani ‘‘bu konu hiç de sandığınız kadar tatlı değil (Betül Külege – İyi Hissetmek Bir Seçimdir)’’.  Bu konuyu insanlara anlatmaya çalıştığımda beynimizin glikozla çalıştığını söyleyerek bana karşı çıkmaya çalışıyorlardı. Evet, bu yanlış değil ama beynimizin sadece glikoza ihtiyacı var, işlenmiş şekere değil. Bence burada devreye meyvelerden gelen şeker olan fruktoz giriyor, onu sevin ve onun gücüne inanın diyerek başka bir konuya geçmek istiyorum.

Bir soru sorarak başlamak istiyorum. Herhangi bir lokanta veya fast food restoranına gittiğinizde ve bir menü sipariş ettiğinizde yanında gelme ihtimali en yüksek olan yiyecek nedir? Patates kızartması seslerini duyar gibiyim. Bence vücudunuz o trans yağı hak etmeyecek kadar değerli. Patates kızartması yerine salata istemeyi deneyebilirsiniz en başta ama kızartmasız hayat mı olur diyenlerdenseniz, bir kere de olsa fırında yapmayı deneyin patatesi, vazgeçemeyeceksiniz. Vücudunuza trans yağ almaktansa ceviz, fındık veya bademdeki Omega-3’ü tercih edin mesela.

Üç beyazdan una gelmek istiyorum bu sefer de. Buğday bu kadar korkulacak bir şey mi gerçekten? Atalarımızdan beri süregelen temel besin maddemizden bu kadar korkmalı mıyız? Bu sorunun cevabı kesinlikle hayır. Ama sorun beyaz unun nasıl üretildiğinden kaynaklanıyor. Buğdayın vitamin ve minarellerce zengin kısmı ‘‘ruşeym’’ ve koruyucu kısmı olan ‘‘kepek’’ çıkartılıyor, alın size hiçbir besleyici özelliği olmayan rafine edilmiş un.  Tam buğday unu, siyez unu ve karabuğday unu gibi çeşitlerse aslında bizim genetiğimizin vazgeçilmez besinleri.

Dünyaya sadece bir kere geliyoruz ve bu yüzden kendimize ve çok değer verdiğim bir insanın söylediği gibi ‘‘içinde en güvende olduğumuz yer’’ olan vücudumuza iyi bakmalıyız. Belki bu rahat olmaktan daha zor, daha çok zaman alıyor ama sağlıklı beslenmenin ve kendinize değer vermenin getirdiği huzur buna değiyor. Eğer yazdıklarımız ilginizi çektiyse, hayatınızı artık değiştirmek istiyorsanız şu anda kurmaya çalıştığımız bir toplulukta siz de aramıza katılmalısınız ve bu zorlu, iradeye dayalı yolculukta birbirimize destek olmalıyız. Hiçbirimizin yalnız olmadığını görmeli, farklılıklarımızın hayatımızı etkilemesine izin vermemeli, yeniyi birlikte öğrenmeli, olanı birlikte geliştirmeliyiz. 

Özde Deniz Özkan & Rana Arslan

1 Yorum

  1. Hocam sırf yazı yazmis olmak için millete uzmani olmadiginiz konularda yalan yanlis bilgi vermeyin lutfen. Beyaz unun hic bir besleyici ozelligi nasil olmaz?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz