Soyadı yüzünden hem siyaset hem de bilim dünyasında oldukça şüphe ile yaklaşılan Erdal İnönü, gerek renkli kişiliği gerek hiç bozmadığı dik duruşu ile her zaman tebessüm ile anılan bir siyasetçi ve bilim insanıdır.

İsmet ve Mevhibe İnönü’nün üç çocuğunun ortancası olarak 1926 yılında Ankara’da dünyaya geldi. 1943’te Ankara Gazi Lisesi, 1947’de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik-Matematik Bölümü’nü bitirdikten sonra ABD’ye gitti. California Teknoloji Enstitüsü’nde (Caltech) fizik dalında yüksek lisans (1948) ve doktora (1951) dereceleri aldı. Bir süre Princeton Üniversitesi’nde araştırma yaptıktan sonra 1952’de Türkiye’ye döndü. Asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde 1955’te doçent oldu. 1957’de Sevinç (Sohtorik) İnönü’yle evlendi. 1958-60 arasında Princeton Üniversitesi’nde ve Oak Ridge Princeton National Laboratory’de konuk araştırmacı olarak bulundu. Ardından kuramsal fizik profesörü olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girdi. 

ODTÜ’de Teorik Fizik Bölüm başkanlığı (1960-64), Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanlığı (1965-68) yaptı. 1968’de ABD’ye giderek Princeton ve Columbia üniversitelerinde bir yıl süreyle konuk profesör olarak ders verdi. 1969’da yurda dönerek ODTÜ rektör vekilliğine, 1970’te de rektörlüğüne seçildi. 

Erdal İnönü (Sağdan ikinci) – Fizik Binası


Erdal İnönü rektör seçilme sürecini şöyle anlatır:

“60’ların sonunda ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş öğrenci hareketlerinden sıkılıp rektörlükten ayrılmaya karar verdi. Giderken beni vekil bıraktı. O günlerde Akademik Konsey, ‘Yeni rektör nasıl birisi olsun’ diye bir toplantı yaptı. Orada 3 aday gösterdiler: Birisi bendim,ikincisi İdari İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Yaşar Gürbüz,  üçüncüsü Mühendislik Fakültesi’nden Prof. İsmet Ordemir… Ben de o Genel Kurul’a gittim ve kısa ama eğlenceli bir konuşma yaptım. Dedim ki: ‘Rektörlük için öğretim üyeleri 3 aday bildirdi. Duyduğumuza göre Mütevelli Heyeti’nin bunlara itirazı varmış. İsmet Ordemir’in hiç yönetim tecrübesi olmadığını söylüyorlarmış. Ama tecrübe, iş yaparak edinilir. Seçilirse pekala tecrübe edinir. 

Öteki adayımız Yaşar Gürbüz’ün solda olduğunu iddia ediyorlarmış. Bu da geçici bir sakıncadır. Zamanla nereden geldiği unutulur, ortaya gelir. Bunlar geçici şeylerdir. Ama benim için yaptıkları itiraz, en önemlisi… Çünkü Mütevelli Heyeti, benim soyadıma, yani İsmet İnönü’nün oğlu olmama itiraz etmiş. Bunu değiştirmek kimsenin elinde değildir. Bu, doğa yasalarına aykırıdır. Gördüğünüz gibi benimki, en düzeltilmeyecek durum. Onun için beni adaylıktan çıkarın. Öbür adaylarınız kalsın dedim.  Tabii çok güldüler ve alkışladılar. Ama dinlemediler beni…”

Ayrıca rektörlük yaptığı altı aylık sürece dair şunları anlatır:

“ODTÜ’de rektör olduğum dönem ‘Deniz Gezmiş bizim üniversiteye geliyor, yurtlarda kalıyor’ diye rivayet çıktı. Ben Öğrenci Birliği Başkanı’na soruyordum, ‘Yok öyle bir şey. Burası üniversite, herkes gelir gider ama burada kalması söz konusu değil‘ diyordu.

Halbuki gelip gidiyormuş. Kaldığı da söylendi. 

Ben kendisiyle Deniz Gezmiş olarak hiç görüşmedim. Fakat şöyle bir olay oldu:

O günlerde, bizim üniversitenin garajlar kısmında otomobillere bakan arkadaşım İdari Müdür’e telefon etti. 

‘Buraya bir öğrenci geldi, bizi tehdit ediyor’ dedi. 

‘Peki geliyorum’ dedim, oraya gittim. İdari İlimler Fakültesi Dekanı Yaşar Gürbüz de yanımdaydı. Orada baktım, uzun boylu bir öğrenci, parkasıyla onların karşısındaydı.

‘Sen ne istiyorsun’ diye çıkıştım ona… 

‘Bir şey istemiyorum. Buraya geldim, bakıyorum’ dedi. 

‘Karışma sen bu işlere’ dedim, onu gönderdim. 

Sonradan Yaşar bana ‘Bizim o gün konuştuğumuz çocuk Deniz Gezmiş’miş’ dedi.

‘Nerden biliyorsun’ dedim. 

‘Bana öyle söylediler’ dedi. Yani o Deniz Gezmiş’se, böyle bir görüşmemiz oldu, kim olduğunu bilmeden… Bir daha da görmedim. Fakat anlaşılan o, gelip gidiyormuş üniversiteye… 

Yine rektör olduğu zamanlarda:

“O dönem biz eşimle Mebusevleri’nde oturuyorduk. 16 Ocak 1971 gecesi geç vakit telefon çaldı. Telefonu ben açtım, birisi bana:

‘Ben Deniz Gezmiş’im.’ dedi.

‘Ne istiyorsun’ dedim.

‘Siz ne yapıyorsunuz’ filan dedi, kapattı telefonu.  Arkasından büyük bir gürültüyle bizim evin kapısı havaya uçtu. Biz yukarıdaydık. Sanıyorum bizim yukarıda olduğumuzu teyit etmek için telefon ettiler. Biz telefona cevap verince de kapıya koydukları dinamiti patlattılar. 

Muazzam bir gürültü oldu. Aşağı indik baktık, kapı kırılmıştı.  İlk anda bir şey hissetmedik pek! Çünkü ani oldu. Garip bir şey diye baktık! Tabii komşular geldi, herkes doluştu. Yapacak bir şey yoktu. Çankaya’ya babamın evine gittik, gece orada kaldık. Bir süre orada oturduk. 

Kimin yaptığı anlaşılamadı. Fakat Deniz Gezmiş’in aradığını sanmıyorum. Niye arasın beni? 

Benim rektörlüğü bırakmamı isteyen birileri yaptı sanıyorum. Hayatıma kast için değildi herhalde; öyle olsa başka türlü yaparlardı. Korkutmak amaçlıydı muhtemelen ama devam ettim göreve…”

Mart 1971’de rektörlükten ayrılarak yalnızca öğretim ve araştırma görevlerini sürdürdü. 1974’te fizik dalında TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl altı ay kadar Princeton Üniversitesi’nde konuk araştırmacı olarak çalıştı. 1975’te Boğaziçi Üniversitesi’ne geçti. Bir yıl sonra aynı üniversitenin Temel Bilimler Fakültesi dekanlığına getirildi. Altı yıl süren bu görevden sonra 1982’de, TÜBİTAK’ın İstanbul’da kurulan Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü (Feza Gürsey Enstitüsü) müdürlüğüne atandı. Mayıs 1983’te, 12 Eylül Darbesi’nin ardından siyasi faaliyetler serbest bırakılınca bütün öğretim ve yöneticilik görevlerinden ayrıldı ve 6 Haziran 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) kurucu üyesi ve ilk genel başkanı olarak siyasal yaşama atıldı. Bülent Ecevit’in siyaset sahnesinden yasaklanmasıyla birlikte, ‘ortanın solunda’ oluşan boşluğu doldurmak amacıyla bir nevi babasının mirasına sahip çıkarak siyasete dahil oldu. Kurucu üyeliğinin Haziran 1983’te Milli Güvenlik Konseyi’nce veto edilmesine karşın, Aralık 1983’te yeniden SODEP genel başkanlığına seçildi.

SODEP ile Halkçı Parti’nin (HP) birleşmesinde yaρıcı bir rol oynadı. SODEP’in 2-3 Кasım 1985’te Halkçı Parti ile Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adı altında birleşmesinden sonra, SHP genel başkanlığını partinin ilk genel kuruluna kadar Halkçı Parti genel başkanı Aydın Güven Gürkan’a bıraktı. Haziran 1986’daki kurultayda genel başkanlığa getirildi. 28 Eylül 1986’da yapılan ara seçimlerde İzmir’den Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne seçildi. Haziran 1987’deki SHP kurultayında yeniden SHP genel başkanlığına, 30 Kasım 1987’deki erken genel seçimlerde de ikinci kez İzmir milletvekilliğine seçildi. İnönü liderliğindeki SHP, iktidardaki Anavatan Partisi’nin  ağır bir hezimete uğradığı 1989 yerel seçimlerinde oyların yüzde 28.7’sini alarak birinci parti konumuna yükseldi; SHP, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 67 il merkezindeki belediye başkanlıklarının 39’unu elde etti.

Кasım 1991’deki erken genel seςimlerde oyların yüzde 20’sini toplayabilen SHP üçüncü parti olunca parti içi muhalefet yitirilen oyların sorumluluğunu İnönü yönetimine yükledi. Ama seçimlerden birinci parti olarak çıkan Doğru Yol Partisi’nin SHP ile koalisyon hükümeti kurması, hükümette başbakan yardımcılığını üstlenen İnönü’nün parti içindeki durumunu güçlendirdi.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümü ve ardından Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra yaklaşık 1.5 ay süreyle başbakanlık görevine vekalet etti. Haziran 1993’te SHP genel başkanlığından ve hükümetteki görevinden ayrılacağını açıkladı.  Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcılığı’nı devrettiği güne dair şu anı anlatılır:

 “Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcılığı’nı teslim ettiği gün… Kapıdan uğurlandı. Eve bırakmak üzere emrine bir araba tahsis edilmişti. Binmedi. “Ben eve kadar yürüyeceğim” dedi. Peşinde bir gazeteci ordusuyla yürüyüşe geçti. Baktı ki böyle olmayacak vazgeçip bulvara yöneldi. Bir taksi çevirdi, bindi. Taksi şoförünün ona bakışı görülecek şeydi. Muhtemelen ilk kez Başbakanlık’tan çıkmış bir siyasetçiyi taşıyordu. Ve muhtemelen o, son olacaktı.”

TÜBİTAK Bilim Kurulu, Atom Enerjisi Komisyonu, UNESCO Yürütme Konseyi üyeliği ve Türk Fizik Derneği başkanlığında bulunan Erdal İnönü’nün fizik alanında önemli çalışmaları vardır. Uluslararası bilim dergilerinde de yer alan araştırmalarının en önemlisi, 1951’de Macar asıllı ABD’li atom fizikçisi Eugene Wigner ile Princeton Üniversitesi’nde ortak yaptığı çalışmadır. “Grupların İndirgenmesi ve Gösterimi Üstüne” adlı bu çalışma gruplar kuramında genel bir yöntem niteliği kazanarak, matematiksel fiziğin temel yöntemleri arasına girmiştir. “İnönü-Wigner Grup İndirgenmesi” adıyla bilinen çalışması (1951), çağdaş matematiksel fiziğin temel kavramlarından biri kabul edilir.

Erdal İnönü, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) kuruluşuna katkıda bulundu ve TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsü’nde kurucu müdürlük görevini yürüttü. 2004 yılında, fizik alanında Nobel’den sonraki en önemli ödül olan Wigner Madalyası’nı alan İnönü, bu ödülü Feza Gürsey’den sonra alan ikinci Türk oldu. 

2002’den tedavisi başlayana kadar Sabancı Üniversitesi ve TÜBİTAK Feza Gürsey Enstitüsü’nde görev yaptı.

Nisan 2006’da kan kanseri teşhisi konan Erdal İnönü, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir süre tedavi gördü. Başarılı geçen ilk tedavinin ardından Türkiye’ye dönen İnönü, kanser hastalığına bağlı zatürre teşhisi ile 20 Ağustos 2007 tarihinde yeniden hastaneye kaldırıldı. Tetkikler sonucunda, ilk tedavi döneminde kontrol altına alınan lösemi hastalığının tekrar ortaya çıktığı belirlendi ve yine ABD’ye götürüldü.

31 Ekim 2007 günü kan kanseri tedavisi gördüğü hastanede, 81 yaşında yaşamını yitirdi.

KAYNAKÇA:

  • https://www.sozkimin.com/a/1307-erdal-inonu-kimdir-sozleri-ve-hayati.html
  • https://www.mynet.com/anilarla-erdal-inonu-110100338209
  • https://www.google.com/amp/m.milliyet.com.tr/amp/odtu-de-inonu-soyadina-itiraz-gundem-1156979/ 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz