Popüler, hatta mümkünse AVM’lerin en üst katında bulunan bir kitapçıya gidin ve “çok satanlar” reyonuna doğru yönelmeye başlayın. Karşınıza çıkan ilk kişisel gelişim kitabını elinize alıp göz gezdirin. Büyük ihtimalle size ne kadar eşsiz olduğunuzu anlatan bir cümle okuyacaksınız. Şimdi başka bir kişisel gelişim kitabını gözünüze kestirin. İlk birkaç sayfasında yine varlığınızın emsalsiz olduğuna ve bu yüzden de kendinizi değerli hissetmeniz gerektiğine dair sözlerle karşılaşacaksınız. Bu efsunlu cümlelerden sonra bir nebze kendinizi iyi hissedebilirsiniz. Hatta o sırada aynı kitaba göz gezdirip aynı şeyleri hisseden bir başka insanla karşılaşıp birbirinize ne kadar nadide bireyler olduğunuzu anlatabilir; etrafta kelebeklerin uçtuğu, pembe rüzgârların estiği tatlı mı tatlı bir an yaşayabilirsiniz. Ancak daha gerçekçi olmalı ve içinde bulunduğumuz illüzyondan bir an önce kurtulmalıyız. Düşünsenize, birebir kopyalanmış cümlelerden oluşan onlarca kitabın bizlere biricik olduğumuzu söylemesi fazla ironik değil mi?
İmajların büyük ölçüde metalaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Toplum belli aralıklarla küçük oynamalar yapıyor ancak genel bir güzellik anlayışından da söz etmek mümkün. Her ne kadar sosyal medyada oldukça nahif bir beden olumlama furyası doğsa da sistemin vitrine yerleştirdiği imajlara sahip olmak istiyoruz hepimiz. Aynı temiz yüzlü erkeklere, aynı ince uzun kadınlara saat başı maruz bırakılıyoruz. Algılarımızı o kadar nesneleştirmişiz ki maruz kalmadığımız zamanlarda da onlara benzemek için çabalıyoruz. Bu durum zaten gözle görülür bir olgu olmaktan uzak değil. Hemen elimize akıllı telefonlarımızı alıp “influencer” hesaplarına bir göz atalım. Hepsi bir ağızdan “Bu ürün için yukarı kaydırın.”, “Aynısından kullanıyorum siz de kullanın.” tarzında esnafvari cümlelerle tacirliklerini icra ediyorlar. Bu işten ceplerine oldukça yüklü miktarda paralar girdiği düşünüldüğünde sistemin saat gibi çalıştığı aşikâr. Durumun yalnızca bundan ibaret olduğunu sanmayın. Twitter’da da ayda bir kere herkes Dyson marka elektrik süpürgesi aşeriyor. Daire isimli YouTube kanalında geniş, ferah ve asıl önemlisi birçok açıdan birbirini andıran evler teşhir edilirken izlenme sayısı da tıkır tıkır artıyor. Anlayacağınız hepimiz aynı evlerde oturup, aynı elektrik süpürgesine sahip olup, aynı tiplere benzemek istiyoruz. Daha da keskin bir sonuca varalım: Hepimiz aynı ambalaja sarınıp, aynı kırmızı kurdeleyi takarak kendimizi satmaya çalışıyoruz.
Bahsettiğim tek tipleşmenin nedenini yalnızca kendimize yormanın oldukça üstten bakan ve biraz da geri kafalı bir okuma olduğunun bilincindeyim. İşin içindeki asıl ucubeyi görmezden gelmeyeceğim. Hatta en çok bu yozlaşmış düzen tüketim havuzundaki suya yön veriyor diyebiliriz. Tabii ki yukarıda söz ettiğim insanlardan olmadığını iddia eden onlarca okur çıkacaktır, sözümona ayrıksı insanlar. İşte bu noktada gözlerimizi biraz daha açmamız gerektiğine inanıyorum. Kapitalist düzenin bizimle bir oyun oynadığı açık ancak bu oyunu mertçe oynamıyor. Örnek vermek gerekirse, sistem bize ulaşım sağlamamız adına şahsi arabalar sunuyor. Bazılarımız diyor ki “Benim kendim için otomobil satın almamı gerektirecek bir durum yok”. O zaman bize hızlıca araba kiralayabileceğimiz çeşitli uygulamalar gösteriyor. “Evet, daha makul ancak koca bir arabayı tek kişinin kullanması ne kadar faydacı?” diyenler çıkarsa bu sefer de Uber’i parmağıyla işaret ediyor. Toplu bir şekilde Uber’in içindeki konforlu yolculuğumuz esnasında bulduğumuz alternatif çözümle sistemin çarkından bir an olsun sıyrıldığımızı düşünüyoruz. Ben merkezli yaşam tarzından arındığımız izlenimine kapılıp esasında zokanın boğazımızdan geçtiğini hissedemiyoruz. Evet, belki farklı hamleler yapıyoruz ama aynı sonuca hizmet ettiğimiz ortada. Kısacası, alternatif ürünlere yönümüzü çevirdiğimizi sanarken aslında onlara alternatif sömürü kaynakları sunuyoruz.
Bu vahşi kapitalizm yalnızca insanlığın özgünlüğünü yok etmekle kalmadı aksine bir akımın da sonunu getirdi: varoluşçuluk. Son yüzyılın kabul edilirliği en yüksek felsefi düşüncelerden birisidir kanımca. Biraz bahsetmek gerekirse varoluşçuluğa göre insanın dünyaya gelişinde hiçbir amaç yoktur. Örneğin sandalye, üzerine oturulması amacıyla tasarlanan bir eşyadır. Yani sandalyenin özünü bu düşünce oluşturur. Fakat insanın bir özü yoktur. İnsan, kendini yaşadığı süreç içerisinde şekillendirir ve anlamlandırır. İşte tam bu noktada kapitalizm, varoluşçuluğa okkalı bir ket vurmakta. Çünkü artık insanların varoluşunun, sistemin devam etmesi gibi bir amacı var. Özümüzü, tüketerek tükenmek oluşturuyor.
Bir diğer mesele ise Sartre’ın, “İnsan, özgür olmaya mahkûmdur.” düşüncesinin acınası çöküşü. Ona göre insan dünyaya fırlatılmıştır ve özgürce yapmış olduğu seçimlerle var olur. Ancak günümüzdeki neo-liberal ortamda bizler yalnızca kendimizi adayacağımız mahkûmiyetin seçimi konusunda özgürüz.
Hepimiz aynı saatlerde kalkıyor, aynı işlere gidip aynı kıyafetlerle bezeniyoruz. Starbucks’tan aynı lattelerin siparişini veriyor ama bardağın üzerindeki farklı isimler neticesinde ortadaki gerçeği yanılsamasına kapılıyoruz. Varlığımız günbegün sıradanlaşıyor ve biz inadına ha babam tüketiyoruz. Distopik bir simülasyonun içinde yaşamımızı sistemin devamından mükellef robotlar olarak sürdürüyoruz. Temel amacı bu olan ve bundan kurtulmak için isyan bile edemeyen seri üretim robotlar.
Yazının devamında çözüm üretmek gibi bir gayem yok, maalesef bir umudum da yok. Çünkü bugüne kadar hiç “İmdat!” diyen bir robot görmedim.
Kaynakça
Warburton, N. (2015). Felsefenin Kisa Tarihi.
Potlaç. (1970, January 1). Jean Baudrillard ve Tüketim Toplumu. POTLAÇ. http://isyananarsi.blogspot.com/2011/04/jean-baudrillard-ve-tuketim-toplumu.html.
Hocam ben insanların sanayi devriminin getirdiği rahatlıktan vazgeçeceklerini sanmıyorum. Neden geçsinler ki ? Neden teknolojiden yararlanmasınlar? Yani eminim görmüşsünüzdür kırsal çevrelerde, sabanla orakla hiç bir tarla biçtiniz mı? Ya da hiç anestezi olmadan diş tedavisi oldunuz mu ? Süt ürünlerini pastörizasyon öncesi nasıl üretildiğini gördünüz mü? Kullanılan teknolojiyi küçümsemeyin. Neden Uber kullanılmasın ? Neden araba kullanılmasın? Otobüs kullanılmasın. Burada teknoloji suçlu değil. Yani siz depresyon hastalarını “AA bak tüm depresyon hastaları aynı ilacı kullanıyor” diyemezsiniz ki belki bu size çok alakasız gelebilir ama bize sunulan tüm ürünler gelişmiş bir teknoloji ve bilimin sonucudur. Suç teknolojide asla değil. Bizim tartışmamız gereken bence teknolojinin kullanılıp kullanılmaması değil bu rahatlığın ve kolaylığın herkes tarafından nasıl rahatça ulaşılabilir olmasını sağlayabilirizdir. Size tek bir soyisim vereyim ;”Haber” Almanya’nın askeri mühimmatı için gerekli amonyağı elde etmek amacıyla soyismi ile anılan “Haber process”ini geliştiriyor. Bu süreç bugün bizim gübreleme sistemimizi oluşturuyor ve Dünya tarımı bununla besleniyor. Şimdi çiftçilere gidip modern dünyanın sebep olan bir tekdüzelikten doğan bu gübreleme sistemini kullanazsınız diyemezsiniz. Yani ben normalde katılsam da katılmadan da pek yorum yapmam politik yazılara ama buna nedense yapmak istedim. Bir teknolojik aygıtı birden fazla insanın aynı şekilde kullanması nasıl bir sorun yaratabilir ki. Kapitalizmi yererken bilimi ve teknolojiyi dışarda tutun lütfen. Keşke sanayi devrimi öncesi toplumu görebilseydik, keşke sosyalist arkadaşlar maoyu, Stalin i bizzat tecrübe etseydi ya da karşıt görüşlü arkadaşlar da sanayi devriminde işçi bir ailenin çocuğu olmak nasıldır onu görebilseydi. Sorun teknoloji değil sorun konfor değil sorun insanların bu dünyadan eşit şekilde yararlanaması ve bunu ne x ideolojisi ne de y ideolojisi çözebilir ben adına insan öldürülmeyen bir ideoloji görmedim. İnanıyorum ki hiçbir ideoloji uğruna bir cana kıyılamaz. Ben şanslı bir kesimdeyim, aile konusunda, okul konusunda ve devletin bana verdiği burslar konsunda ama dışarda açlıktan ölen insanlar var, tacize uğrayan insanlar var şiddet gören insanlar var bu insanlar adına tüm kalbimle üzülüyorum. Death Note dan alıntı yapıcam ama “What is a man to a system?” Biraz da içimi döktüm, teşekkür ederim 🙂