“Eve aldığı birkaç parça eşyanın
bekçiliğini yapmadım diye bana
çatacak adama değil, felsefeye
ihtiyacım var benim.”

-Tante Rosa, Sevgi Soysal

 “Kadın dediğin …”. Envaiçeşit sonla biten, üretimi ve tüketimi bir hayli yaygın olan söz grubu. Kadın dediğin böyle mi giyinir, kadın dediğin çok konuşmaz, kadın dediğin evinde oturur… Bu kalıbın çıkış motivasyonu belli ki erkek egemenliğin kadına atfettiği “ahlak” ve korumak istediği hiyerarşik yapı. Ancak bu sözün tartışılması gereken bağlam çok daha toplumsal. O yüzden bu cinsiyetçi söylemi irdelemeyi bir kenara bırakıp aynı egemenliğin sinemada nasıl bir hâkimiyeti olduğuna değinmek istiyorum.

Kadının kanatları kesilir ve ardından nasıl uçacağını bilmediği için suçlanır.” 

Toplumda cinsiyetler arasındaki rollerin geleneksel dağılımı, otorite farkını da beraberinde getirmiş. Evi kadınlara mesken tutturup kamusal alandaki işleri bir güzel toplamışlar yıllarca. Şimdiyse, zihniyette en ufak bir değişiklik yapmadan sözde bir eşitlik getirip erkeklerin çoğu alanda daha yetkin olması gibi manipülatif bir söylemde uzlaşıyorlar. Tahmin edersiniz ki sinema gibi küresel bir endüstrinin de bundan nasibini alması işten bile değil. Her ne kadar “aydın” bir kesimin elinde olduğu rivayet edilse de; zihniyet aynı zihniyet, tekel aynı tekel.

İşin bir de subliminal boyutu var. Böyle söyleyince aklınıza şifreli mesajlar, gizli işaretler gelmesin. Ortada “büyük oyun” gibi bir durum yok yani. Ama toplumun yıllar boyu süren çalışma dinamiği hepimizin bilincine farkında olmadan benzer bir bakışı işlemiş. Demem o ki, ideolojiyi öyle içselleştirmişiz ki perde önünde veya perde arkasında gördüğümüz cinsiyetçiliğin farkına bile varamıyoruz. Kör gözümüze parmak sokulmadıkça anlayamıyoruz bazen. Ne yazık ki, bu durumu kendi normalimiz haline getirmişiz ve bunu kanıksayan yalnızca biz “sıradan vatandaşlar” değiliz . Sanat sepete birazcık bulaşmış herkesin kulağına çalınan yönetmen Tarkovski’nin, Irena Brenza’ya vermiş olduğu röportaja bakarsak bu normalleştirmeyi daha iyi anlayabiliriz.

  • Filmlerinizde kadının kendine ait bir hayatı yok.

Buna pek kafa yormadım; demek istediğim, kadının için dünyasını hiç düşünmedim. Kadının kendine ait bir dünyası olduğunu inkâr etmek zor olur, ama bana öyle geliyor ki bu dünya kadının ilgili olduğu erkeğin dünyasına kuvvetle bağlı. Bu bakış açısına göre, tek başına kadın anormalliktir.

  • Peki, tek başına bir adam, bu normal midir?

Tek başına olmayan bir adama göre daha normaldir. İşte bu yüzden kadın filmlerimde ya hiç yok ya da erkeğin gücü üzerinden yaratılıyor. Kadın yalnızca iki filmimde var. O filmlerde de erkeğe bağlı olduğu belirgin. Kadının böyle bir rolü olduğuna itiraz mı ediyorsunuz?

Bir yönetmen üzerinden kesin bir kanıya varmanın doğru olmadığını biliyorum. Ancak böylesine garip bir algının sektördeki birçok insana ait olduğunu biliyorum. Farkında olsun ya da olmasın onlarca güçlü figürün bu zihniyet üzerinden yaptıkları zorbalık günbegün ortaya çıkıyor. Yıllarca kadın yönetmenlere uygulanan mobbinglerden tutalım, ödül törenlerinde kadınların yok sayılmalarına kadar uzanan bir zorbalık. Tabii ki bu baskılara boyun eğmeyen ve feminist bilinç taşıyan yönetmenler yok değil. Ama iki elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar azlar. Böylesi düşük bir sayıya şaşıracak halimizin olmaması lazım ama şaşıranlar için bir cümleyle özetleyeyim: Masanın başına üşüşmüş erkek zihniyet, yemekten parça ayırmak bir yana dursun, hala yere düşen kırıntılara bakıp iştah kabartıyor.

Karton Pankarttan Sinema Perdesine

Şimdiye kadar yaptığım felaket tellallığını bir kenara bırakıp başımızı yerden kaldırabiliriz. Böyle gelmiş diye böyle gidecek hali yok. Örneğin 8 Mart Gece Yürüyüşü’ndeki pankartların büyük bir kısmı bu çürümüş sisteme karşı manifesto niteliğinde söylemlerde bulundu. Eminim evinden takip eden binlerce insanı da cesaretlendirip, onlara ilham kaynağı olmuştur. Ben de bu pankartları tema edinerek düzene karşı çıkan ve tabuları yıkan güçlü kadın filmleriyle bezenmiş bir seçki hazırladım.

  Değiştirmeye çalıştığımız dünyanın kıyıda kalmışları sahiplendiği yeni bir bakış kazanması, katı olan her şeyin bir an önce buharlaşması dileğiyle. İyi seyirler…

1. “Batsın Bu Dünya Biz Yeniden Kurarız” | Antonia’s Line

Marleen Gorris imzalı 1995 yapımı film, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kızıyla birlikte doğduğu köye yerleşen Antonia’nın yaşamını konu ediniyor. Köye döndükten sonra çiftçiliğe başlayıp, o güne kadar oluşturulan normların dışında, yepyeni bir dünya inşa ediyor Antonia. Şirinler Köyü gibi her şeyin iyilikle ve birliktelikle sürdürüldüğü modern bir masal buluyoruz karşımızda. Fakat kesinlikle bir ütopya değil bu. Filmdeki insan ilişkileri ve kolektif yaşam o kadar olağan geliyor ki kendi dünyamızın distopik karanlığını fark ediyoruz. Küçük ve doğru dokunuşlarla böylesine huzur dolu bir dünya vaad etmesi ise izleyen herkesin aklına “Neden olmasın?” sorusunu getiriyor. Cinsiyetler arasında bir hiyerarşi gözetmeden terazideki dengeyi milimetrik ayarlayan Antonia’s Line, karanlığın sonundaki parlayan o ışığa aslında ne kadar yakın olabileceğimizi gösteriyor.

2. “Tabuları Yıkarım, Bulaşığa Karışmam” | Aaahh Belinda!

80’li yılların nadir güzelliklerindir Atıf Yılmaz sineması. Aaahh Belinda ise en güzeli. Yalnızca yapıldığı dönem için değil, günümüzde bile konvansiyon dışı, avangart bir “What if?” filmi. Oldukça modern bir yaşantı süren tiyatro oyuncusu Serap, oyuncusu olduğu reklam filminde canlandırdığı Naciye karakterinin hayatına geçmiş biçimde uyanıyor güne. Serap’ın aksine Naciye, tüm gün temizlik yapan, bulaşık yıkayan, çocuklarına bakan bir kadındır. Geleneksel kodlarla yazılmış bir anne figürüdür anlayacağınız. Serap bu yeni hayatın içine sıkışmış ve eski benliğine kavuşmak için durmadan bir çıkış arıyor. Bir yandan da toplumun kadına biçtiği rolü içinde sindiremiyor haliyle. Modern kadın imajı ile toplum normalleri arasındaki fark öyle iyi sahneleniyor ki izlerken aynı deliğe biz de sıkışıyoruz Serap’la. Maalesef ki bizim yalnızca ekran başında gördüğümüz hapsolmuşluk, etrafımızdaki binlerce kadının her gün maruz bırakıldığı hapsolmuşluk ile aynı.

3. “Kadının Yeri Direniştir” | Mad Max: Fury Road

George Miller’ın 70 yaşında çektiği mucizevi bir aksiyon filmi Mad Max. Görselliğiyle, kurduğu çatışmayla, filmin çekim teknikleriyle modern bir başyapıt. Aslına bakarsanız hikâye basit. Dünyanın çöle döndüğü bir zaman diliminde sömürüye karşı direnen bir grup kadın. Yönetmen neyi anlattığın değil de nasıl anlattığınmış önemli olan fikrini yansıtıyor. Filmin henüz başında gördüğümüz “Kadınlar nesne değildir.” duvar yazısı da filmin yönünü açıkça belli ediyor. Mad Max’in en incelikli noktası ise karakterlere biçilen roller. Filmdeki kadınları ne cinsellikleri üzerinden okuyoruz ne de onları cinsiyetlerinden ayrı tutuyoruz. Yanlarındaki iki erkeği de kendi saflarına çekerek mücadelelerine ortak hale getirmeleri de kapsayıcı bir feminist mesajı beraberinde getiriyor. Bu parıltılı dokunuş, filmin senaryo danışmanı Eva Ensler’in katkılarıyla geliyor. George Miller ile birlikte hem aksiyon türünü bir tekelden söküp alıyorlar hem de seyirciye soluksuz izlenen bir şölen sunuyorlar. 

4. “Kaderimin Ağlarını Şahsen Kendim Örerim” | Sans Toit Ni Loi

Böyle bir liste düşünülünce akla ilk gelen isim oluyor Agnes Varda. Sans toit ni loi ise bu listeye en yakışanı. Temelinde kapitalizme karşı bir eleştiri yatsa da hikâye bir kadının özgür seçimleri doğrultusunda ilerliyor. Yersiz yurtsuz bir gezgin olan Mona’nın, sonunu filmin başında öğrendiğimiz yedi gününü izliyoruz. Kendini düzenin zincirlerinden koparmış, çadırda yaşayan, istediği erkekle birlikte olan, ihtiyacı olduğu parayı günlük işlerden kazanan bir kadındır Mona. Bağlı olduğu zincirleri çoktan kaybetmiştir yani. Yolunu her zaman kendi çizer. Gerektiğinde tarlada çalışır, gerektiğinde araba yıkar. İş hayatındaki cinsiyetçi rolleri de bir kenara fırlatır. Ne istediğini bilmese bile ne istemediğinden emindir. Oldukça sefil bir hayat sürse de diğer kadınlar imrenir Mona’nın sahip olduğu özgürlüğe. Çünkü gerçek özgürlük refahla kapanamayan bir ukdedir diğer kadınlar için.

Kaynakça

Börekçi, G. (2020, Aralık 27). Mad Max/Fury Road: “Kadınlar nesne değildir!” Egoist Okur. https://egoistokur.com/mad-max-fury-road-feminizm-aksiyona-nasil-dahil-oldu/

Erdoğan, S. (2018, Ocak 9). Röportaj : Andrey Tarkovski / 1984. BCA Times. https://www.bcatimes.com/roportaj-andrey-tarkovski-1984/                             

Öztürk, R. S. (2000). Sinemada Kadin Olmak. Alan Yayincilik.

Soysal, S. (2003). Tante Rosa. İletişim Yayınları.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz