Ana SayfaGenelSamimiyet ve Gayret

Samimiyet ve Gayret

2005 yazında üniversite sınav sonuçları açıklandığında, hayalim olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne giremeyeceğimi anlamıştım. Ailem, Türkiye’deki birçok orta gelir düzeyindeki aile gibi, tıp fakültesi tercihinde bulunmamı istiyordu ve babamla ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği gelmezse tıp fakültesi tercihi yapacağım konusunda anlaşmıştık. Sınav sonucunu gördükten sonra içimde beliren ilk tepki “Ben doktor olmak istemiyorum!” olmuştu. Babam henüz ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nin hala masada olduğunu düşünüyordu.

Sonuçlar açıklandıktan sonra Ankara’ya otobüs biletini aldım. ODTÜ’de okumakta olan kuzenlerim ile Ankara’daki üniversiteleri gezecektik. Bir haftanın beş gününü ODTÜ’yü gezmeye, bölümleri ziyarete ayırdık. Tıp fakültesi olan üniversitelere pek uğramadık bile.

O gezide iki şey farketmiştim.

  1. Bilgisayar Mühendisliği benim için çok önemli değildi.
  2. Ben üniversite hayatımı ODTÜ’de geçirmek istiyordum.

Sülalemizde iki yılda bir ODTÜ’ye giren bir kuzenim oluyordu. Onların hikayeleri ile büyürken kendimi hayal ettiğim yer burasıydı. Bölümden, meslekten, alacağım eğitimden bağımsız olarak ODTÜ’de olmak istiyordum. Devrim’de V harfinin kesişiminde oturmak, C Heykelinin hikayesini özümsemek, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlardan bir şeyler öğrenmek, daha önce adını duymadığım toplulukların aktivitelerine katılmak istiyordum. Fakat babamla bir anlaşma yapmıştım ve bu anlaşmaya göre tıp fakültesi tercih etmem gerekiyordu.

Adana’ya döndüğümde babama ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nin olmayacağını, fakat ODTÜ Makine Mühendisliği tercihini yapmak istediğimi söyledim. Babama verdiğim bir sözü ilk çiğnemem değildi belki ama son 13 yılımı belirleyen bir geri dönüştü. ODTÜ’ye babama verdiğim sözden dönerek giriş yapacaktım. Uzun ikna süreçleri sonunda tercih listesi şekillendi. ODTÜ Makine’nin altında, tıp fakültesi tercihleri dizilmişti. Yerleştirme sonuçları açıklanana kadar babamın her gün ettiği dua aynıydı: “İnşallah herkes ODTÜ Makine Mühendisliği’ni tercih eder, puanları yükselir.”

Babamın umduğu gibi olmadı. Türkiye’de tıp fakülteleri revaçtaydı ve son 2–3 senedir olduğu gibi puanları yükselmişti. ODTÜ Makine Mühendisliği’ne yerleştiğimi öğrendiğinde babam “Gözün aydın!” demişti. İstediğim olmuştu ve ne kadar sözümden dönmüş olsam da babamın dediği gibi gözüm aymıştı.

İnsanın 17 yaşında kendi seçimini yapabilmesi çok büyük bir değer. Ailelerimiz bizim için en güzel olanı isterken mevcut deneyimlerine ve bakış açılarına göre en güzeli istiyorlar. Onların seçimlerine göre yaşadığımızda bahane bulmak, akademik hayattaki zorlukları çözmek yerine şikâyet etmek çok daha kolay oluyor. Hatta mezuniyet sonrası profesyonel hayatta da bu şikayetler devam edebiliyor. 17 yaşında hayatımla ilgili önemli bir seçim yaptım ve üniversite hayatım boyunca bu seçimin doğru olduğunu kanıtlamak için çalıştım. Bugün görüyorum ki, benim deneyimlerime ve bakış açıma sahip bir genç için yapılabilecek en doğru seçimi yapmışım. Benim beklentilerimle birlikte ODTÜ bana bir yazıya sığdırabileceğimden çok daha fazlasını verdi.

Babam, askerliğini yapana kadar Adana’nın dışında yaşamamış. Askerlikten sonra yaşadığı en büyük değişimi sorduğumda önyargılarındaki değişimlerden bahsetmişti. Babam için askerde yaşadığı değişim, benim için ODTÜ’de olmuştu.

Benim bakış açımı şekillendiren tüm deneyimler bana özeldi ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen insanların deneyimleri de  birbirinden biricikti. Üniversite yaşamım boyunca, farklılıkların zıtlıklar anlamına gelmediğini defalarca deneyimleyerek öğrendim. Sosyal hayattaki seçimlerimiz ile ilgili zıt düşündüğümü sandığım birçok insanla değer yargılarımızın aynı olduğunu gördüm.

Çocukluktan ergenliğe geçerken her çocuğun sahip olduğu merak dürtüsü azalır. Giderek yeteri kadar bildiğimiz yanılgısına kapılırız. Beni yetiştiren insanlar sayesinde merak benim seçimlerimi şekillendiren en temel dürtülerden biri olarak kaldı. İsa Demiray Yurdunun kantininde Kurtlar Vadisi dizisini izlemek için bir saat önceden kantine inip sandalye de tuttum, Kurtlar Vadisi dizisinin toplumun davranışları üzerindeki olumsuz etkisi ile ilgili düzenlenen seminerlere de katıldım. ODTÜ bu farklılıkların yaşanabildiği bir yerdi benim için. Tüm farklılıkları anlamaya çalışan insanlar için bir hazineydi. Farklı insanların farklı seçimlerine tanık oldukça ve görünen hayatta seçimler yaparken birçoğumuzun temel dayanağının iyi insan olma amacı etrafında şekillendiğini anladım. İyi insan tanımının ne olduğundan emin olmadığım için insanlarla ilgili yargılarım yumuşadı. Yanında iyi hissettiğim insanlarla özgeçmişlerinden bağımsız olarak ilişki kurabildim, onlardan bir şeyler öğrenebildim. ODTÜ’nün en büyük hazinelerinden birine, farklılıkları tehdit olarak görmeyen arkadaşlarım sayesinde eriştim.

Hazine sadece aynı sırada oturup projeleri yetiştirmek için sabahlamak, bursumuz yatmadan önceki bir hafta boyunca, birlikte bulgur pilavı ve yoğurt yediğimiz arkadaşlarla sınırlı değildi.

Makine Mühendisliği’nin en zor hocalarından birisi olarak gösterilen Hüseyin Vural’ın yaptığı ilk ders benim için çok şaşırtıcıydı. Kendisinden Termodinamik dersi alıyorduk ve ilk derste çok farklı öğretiler edinmiştik. 24 Ekim 1997’de gerçekleşen ve Hüseyin Vural’ın bilirkişi olarak atandığı bir trafik kazasının olay örgüsünü (ek bilgi) ve sonrasında yaşananları anlatmıştı. Termodinamiğe giriş yapmayı bekleyen 2. sınıf öğrencileri, ağzı açık bir şekilde, 48 kişinin yanarak can verdiği bir kazayı ve sonrasında olanları dinliyordu. 19 yaşında olan ben için “entropi”den daha önemli olan öğreti, bu dinletinin sonunda ortaya çıkmıştı.

Kazaya karışan otobüsün üretimi ile ilgili yapılan ihmalkârlıklar, Türkiye’ye satılan otobüsler ile Avrupa’ya satılan otobüslerin güvenlik önlemlerinin/standartlarının farklılıkları, kazayı aydınlatmaya çalışan Hüseyin Vural ve bilirkişi arkadaşlarının yaşadığı hukuki zorluklar ve nihayetinde bilirkişi ekibinin görevden alınması… Hüseyin Vural bu gergin olayı kendisi yaşamış olmasına rağmen o muazzam dinginlikteki sesi ile anlatmıştı. Tüm sınıf, içinden ya da bazen dışından, olayın sorumlularına küfür edip lanet okurken Hüseyin Vural son noktayı kimsenin beklemediği şekilde koymuştu. Kendi kariyerini tehlikeye atmış, kendisine sorumlu şirket tarafından tazminat davası açılmış, fakat kendisi bir adım dahi geriye atmamış. Tüm bu emeklerin sonucunda, Türkiye’deki otobüs güvenlik standartları değişmiş ve bu değişiklik sonrasında yaşanan trafik kazaları daha az kayıplarla atlatılabilmiş.

Dönem içerisinde, kır saçlı Hüseyin Amca elinde oyuncaklar ile derse gelmeye devam etti. Sonradan öğrendiğimiz adı “İLKYAR” olan bir topluluğun kurucularından ve gönüllülerinden biriymiş aynı zamanda. Şaşkınlıkla izlediğimiz bilimsel oyuncakları, üniversitenin tatil olduğu dönemlerde, Türkiye’nin dört bir yanındaki köy okullarındaki çocuklara ulaştırıyormuş. Köy okullarındaki çocukların merakını taze tutmak için çalışıyormuş. Bildiklerini sadece üniversite öğrencileri ile değil, ilkokul çocukları ile de paylaşıyormuş. Dersine girmeden önce “zor bir hoca” olarak bildiğim kişi, Hüseyin Amca’ya dönüşmüştü.

Hüseyin Hoca/Amca’dan öğrendiklerim (siz de öğrenmek isterseniz), sadece termodinamik problemlerine nasıl yaklaşmam gerektiği ile ilgili değildi. Bana iyi insan tanımımda olması gereken çok önemli iki şeyi, kendisine tanık olma şansı vererek öğretti; samimiyet ve gayret.

Türkiye’nin birlikte ve sürdürülebilir bir şekilde kalkınması için eğitim imkânının, ekonomik olarak en dezavantajlı bölgelere ulaştırılması gerektiğine samimiyetle inanıyordu. Bu hayalin gerçek olması için de gayretle çalışıyordu.

Nasıl bir durum içinde olursam olayım, yaptığım işi zararsız ve faydalı yapmak için elimden gelenin en iyisini yapmanın önemini öğretti. Niyette samimiyet, bu samimiyetin doğrultusunda gelen gayret…

Dönem arkadaşlarım ile geçtiğimiz Temmuz ayında, tekrar Devrim Stadyumu’nda yürüyeceğimizi hayal ediyorduk. Mezun olalı 10 yıl olmuş. Bu 10 yıl içerisinde çok farklı işler yaptım. Bir savunma sanayi şirketinde mekanik tasarım mühendisliği yaptım, güneş enerjisi alanında araştırma geliştirme faaliyetleri yapan Temiz Yaratıcı Teknolojiler şirketinin kurucu ortaklarından birisi oldum. Türkiye’nin dört bir yanında köy okullarında bilimi sevdirmek için Young Guru Academy’nin Bilim Seferberliği projesinde gönüllü çalıştım. Bu projenin amacı bilimi dünyanın faydası için kullanan nesillerin yetişmesine yardımcı olmak. Bilim Seferberliği projesinde çalışırken niyetinde samimi ve gayret göstermekten çekinmeyen bir ekip ile Twin Bilim şirketini kurduk. Bugün; Bilim Seferberliği, TYT ve Twin ürettikleri değeri dünyaya taşıyor.

ODTÜ bana,

  • Bazen yanlış temellere dayandırılan sözlerden dönmenin doğru bir karar olabileceğini, doğru temellere dayanarak söz vermek gerektiğini öğretti.
  • Farklılıkların zıtlıklar olmadığını, etrafımızın farklılıklar hazinesi olduğunu, farklılıkları anlama yolculuğunun değerini gösterdi.
  • Tohumun, güçlü bir ağaç olması için en büyük gereksinimin samimiyet ve gayret olduğunu gösterdi.
  • İyi insan tanımına yaklaşmamda yardımcı oldu.

Etrafım daha iyi bir dünya hayaline samimiyetle inanan, bu hayal için gayretle çalışan insanlarla çevrili olduğu için beni ben yapan ve seçimlerimi şekillendiren herkese, her şeye şükrediyorum.

Yazıyı yazarken Yunus Emre’nin “Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil.” sözünden ilham aldım. En büyük teşekkürler Yunus Emre’ye ve sevdiklerine…

BENZER İÇERİKLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sponsor

Bu platform Nish Digital tarafından desteklenmektedir.

POPÜLER İÇERİKLER