Güzellik nedir? Bizler neleri güzel buluruz? Gerçekten güzel bulduğumuz şeyleri mi beğeniriz? Asıl önemli soru; gündelik yaşantınızda bir eşya alırken, bir şeyler tasarlarken ya da müzik dinlerken bile aslında sahip olduğunuz kişilikten, fikirlerden bağımsız bir şekilde toplum baskısında kaldığınızı hissettiniz mi? Bu baskı doğrudan olmak zorunda değil tabii ki; hatta mevcut dönemde bile bu baskıyı hiç görmeden hissetmeden hayatlarımıza almış durumdayız. Peki bu toplumsal dayatmanın en ısrarlı olduğu yerin dış görünüşümüz olduğunu düşünmüş müydünüz?
Bizleri sadece fiziksel görünüm üzerine düşünmeye iten bu toplumsal baskı toplumların ortaya çıktığı dönemden beri hayatlarımızda söz sahibi olmaya devam ediyor. Üstelik üzerimizde kurduğu bu baskı öyle yerlere geldi ki artık insanlık olarak “tek tip” olduğumuz su götürmez bir gerçek. Bahsettiğim tek tip olma durumu kadın veya erkek fark etmeksizin tüm insanlığa nüfuz etmiş durumda; ama kadınların üzerindeki gün geçtikçe artan fiziksel ve ruhsal baskıyı artık kimsenin görmezden geleceğini düşünmüyorum. Toplumlarda açıkça diretilen ve kadına doğumundan itibaren yüklenen “iyi bir eş olmak”, “iyi bir anne olmak’’ algısı yeterince zor değilmiş gibi güzellik algısı da her zaman kadınlar üzerinde daha baskın olmuştur. “Kadın dediğin nasıl olmalı?”, “Kadın dediğin ne giymeli”, “Nasıl gülmeli” hatta “Dudakları, poposu nasıl olursa ben onu daha çok beğenirim?” düşünceleri, kadınları tarih boyunca farklı kalıplara sokmuştur. Şimdiyse sizlere, bu duruma belki bir miktar farkındalık sağlamak için kadınlar nezdinde “değişen güzellik algısı”ndan bahsetmek istiyorum.
İnsanlar her dönem geçmişe özlem duymuşlardır. Annelerimizin hatta onların annelerinin sandığından çıkan kıyafetleri hep daha güzel, daha kaliteli bulmuşuzdur. Ne var ki bazen o dönemde de “o kıyafetlerin’’ moda olduğunu unutabiliyoruz. Peki her dönemde moda olan bu kıyafetler varken aynı zamanda moda olan bir güzellik algısının da olduğunu fark etmiş miydiniz? Mesela günümüzde, eskiden dayatılan “0 beden” algısını yıkmaya çalışan markaları, fikirleri ve hatta insanları görüyoruz ve çoğu zaman destekliyoruz. Ama bu tabuları yıkmaya çalışırken yerine neleri getirmeye çalıştıklarını hiç düşündünüz mü? Günümüzün klişesi olan Jennifer Lopez kalçalarına sahip olurken dümdüz bir karına sahip olmanız, dolgun göğüslerinizin, kalın dudaklarınızın olması insanlar için çekici olmanızın birinci kuralı haline geldi bile. “0 beden’’ algısını yıkarken bizlere aşıladıkları “fazlalıklarınızdan kurtulun’’ düşüncesi günümüzün güzel olma kuralı olarak yerini aldı. Yani aslında bizlere “Zayıf olmak zorunda değilsiniz” derken istediğiniz gibi görünün de demiyorlar. Belki Victoria Secret mankenleri, şovları geride kalıyor ama bu sefer de “Sağlıklı görünün, hepiniz spor salonlarında saatlerinizi geçirin, bunun yanında hep organik ve sağlıklı yiyecekler tüketin ama haftasonları da kaçamak olarak çikolata yiyebilirsiniz çünkü biz aslında sizin sağlığınızı düşünüyoruz” gibi fikirlerle yine bizlerin; “kadınların” nasıl olması gerektiğini söylüyorlar. Artık her yerde youtuberlar, influencerlar, yaşam koçları var ve bizler “onlar sayesinde” güzel ve sağlıklı olabiliyoruz. Mesela her dönem gerçekleşen defileler sayesinde o senenin modasını, neler giyebileceğimizi öğreniyoruz ve bu kıyafetlere, yiyeceklere ya da bu hayatlara yetebilecek maddi durumumuzun olup olmadığı hatta en önemlisi mental sağlığımızın ne halde olduğu hiç kimsenin umurunda değil. Önemli olan o anki modayı yakalamamız, ne almamızı isterlerse de onu alıp bir sonraki modaya kadar da onu tüketmemiz isteniyor. Büyüyen tüketim çılgınlığında farklı olmaktan korkan bireyler haline geldik. Peki bu durum tarih boyunca nasıldı?
En eski örneği diyebileceğimiz M.Ö. 24.000-22.000 yıllarında yapılmış olan Paleolitik dönem Venüsleri bizlere kaynak olmuş kadın figürleridir. O dönemlerde kadın, doğurganlığın sembolüydü. Bu nedenle Venüsler, büyük göğüslü, geniş kalçalı kadınları tasvir ederlerdi; çünkü o dönem bir kadın ne kadar kiloluysa o kadar sağlıklı ve doğurgan olarak görülüyordu. Bu dönemden Antik Yunan’a geçtiğimizde ise fazla bir değişiklik görmüyoruz. Antik Yunan’da kadınlar “şeytani varlıklar” olarak biliniyordu fakat fiziksel olarak yine büyük göğüsler, geniş kalçalar ve düz olmayan karın bölgesi o dönemin modası olarak göze çarpıyor.
Rönesans Dönemi olarak bilinen 14 ve 16. yüzyıllar arasında ise genel olarak küçük göğüsler, geniş kalçalar ve ayva bir göbek yani kıvrımlı hatlara sahip olan kadınlar o dönemin modasına uyuyordu. Günümüze kıyasla daha açık tenli olan bu kadınlar için güzellik bir statü imgesiydi. Saraylarında oturan, güneş altına pek çıkmayan yüksek zümre kadınları bu özellikleri karşılıyorlardı. Çiçek hastalığıyla birlikte de makyaj yapmak kadınlar için bir gereklilik haline gelmişti. Özellikle 1. Elizabeth’in portrelerinde kolayca görebileceğiniz gibi pudrayla daha da solgunlaştırılmış suratlar, kırmızı bir ruj ve açık renk saçlar o dönemin modasıydı. Alt kesimden olan dar gelirli ve çalışan kadınların yanında kolayca ayırt edilebilirlerdi çünkü özellikle makyaj kadınlar arasındaki hiyerarşik yapıyı belli ederdi. Bu dönemde kadınlar şehvetin ve duygusallığın simgesi haline gelmişlerdi ve “altın oran” olarak bilinen simetrik yüz hatları bu dönemde moda olmaya başlamıştı.
Viktorya Dönemi olarak bilinen 19. yüzyılda ise kadınlar ilk defa korse giymeye başlamışlardı. Bu şekilde ince belin temelleri atılmış ve kadınlar “kum saati” görüntüsüne sahip olmuşlardı. Aynı zamanda uzun saçlı olmak ve özellikle postiş kullanmak dönemin modasıydı. Bu dönemde özellikle İngiltere’de Kraliçe Viktorya’nın kadınlar üzerinde kurduğu baskıyı da hesaba katarak makyajın yasaklandığını söyleyebiliriz. Bu nedenle kadınlar suratlarına ben eklemeye ve dudaklarını kanatana kadar ısırarak renk vermeye yani makyajın yerine alternatifler üretmeye başladılar. Yüzlerine ekledikleri benin yerinin ve hatta dudaklarının kırmızılığının bile bir anlamı vardı; çünkü o dönemde kadınların -devletin de baskısıyla- kendilerini ön plana çıkarmaları yasaktı, kadınlar sadece iyi bir anne ve eş olabilirlerdi; iş hayatından uzak, hareket kabiliyetleri minimum seviyedeydi. Ürettikleri alternatifler ise bir nevi kadınların kendilerini gösterme biçimleriydi.
20. yüzyıla geldiğimizde ise 1920’lerle beraber kısa saçın ve küçük göğüslerin ön plana çıkmasıyla moda anlayışı değişim göstermeye başlıyordu. Bu dönemde sıkı korselerin yerini daha gevşek kemerler, kuşaklar alıyor ve kadınlar kıyafetlerinde küçük yırtmaçlar ve dekolteler kullanıyordu. Açık bir ten, koyu renk göz ve dudak makyajı ise dönemin modasını tamamlıyordu. 1930-40’lara geldiğimizde atletik vücudun temelleri atılıyordu. Küçük göğüs modasının yerini en ilkel haliyle kullanılan destekli sütyenler alıyordu. Sarışın ve kızıl kadınlar modası hakimken dönemin ikonları ise Jean Harlow ve Rita Hayworth’dü. Koyu renk makyaj da bu dönemde yerini daha sade makyaja bırakıyordu. 1950’lerle beraber kıvrımlı hatlar ve “balık etli” diye adlandırılan güzellik anlayışı tekrar moda oluyordu. Kadınlar daha kapalı ama hatlarını belli eden kıyafetleri tercih ediyorlardı. Marilyn Monroe ve Grace Kelly, günümüzde de ikon olmaya devam ettikleri gibi bu döneme de damgasını vuran kadınlar olarak öne çıkıyorlardı. Altın oran modası ise Marilyn Monroe ile tekrar gündeme geliyordu. 60’lara geldiğimizde “0 beden” modasının yükselişe geçtiğini söyleyebiliriz. Bu dönemde Twiggy gibi modellerle beraber zayıflık ve fit olma anlayışı tekrar moda olmaya başlıyordu. Daha kapalı kıyafetler yerini mini eteklere ve kısa elbiselere bırakıyordu. Takma kirpik modası ise bu dönemde hayatımıza giriyordu. “Disko Topu” olarak bilinen 70’lerle birlikte yüksek bel pantolonlar, dağınık saçlar ve bronz ten moda oluyordu. 1980’ler ise moda dünyasında bir devrim niteliği taşıyordu. Başka bir boyuta geçen moda anlayışı, Aerobik ve Fitness‘ın yükselişiyle atletik vücut yapısını hayatımıza sokuyordu. Atletik vücutların getirisi olan geniş omuzlar da moda oluyordu. Tabii bunun halk arasındaki karşılığı vatkalı kıyafet modasını getiriyor çünkü spor yapmak insanların çok da kolay bir şekilde benimsediği bir yaşam tarzı olamıyordu. Vatkalı kıyafetlerle birlikte abartılı kabarık saçlar ve nude bir makyajla tamamlanan kombinler o dönemdeki çoğu kadının vazgeçilmezi oluyordu. Sporun bir diğer getirisi ise renkli, unisex taytlardı. 90’larda ise geçmiş on yılın acısını çıkaracak şekilde minimalist bir moda anlayışı egemen oluyordu. Minimalist modayla beraber günümüzde de farklı şekilde kullanılan “jean”ler sahneye çıkıyordu. Bu döneme damgasını vuran model Kate Moss, ince fiziği, içine kapanık ruh hali ve solgun görüntüsüyle idol haline geliyordu. Bu sefer de herkes “onun” gibi olmak istiyordu. İnsanların yüzyıllar boyunca başkası gibi olmak için çaba gösterdiğini; değişen, gelişen teknolojinin ise buna yardımcı olduğunu tüm bu tarihsel sürecin sonunda anlıyoruz.
Tarih boyunca değişen ve kolaylaşan şey ise başkası gibi olmak; artan estetik operasyonlar veya sağlıktan ziyade zayıflamak için yapılan mide ameliyatları herkesin kolayca yaptırabileceği müdahaleler haline geldi. Tabii ki insanlar kendilerinde beğenmedikleri fiziksel özellikleri değiştirmek isteyebilirler ve bunun kolaylaşması da insanlar için büyük bir avantaj oluyor. Fakat bu olayın bir diğer yüzü de var; başka bir insanın fotoğrafıyla estetisyene gidip “Beni bu insana dönüştür” diyecek kadar kendinden memnun olmama durumu bu olayın ne kadar uç bir noktaya gittiğini gösteriyor. Günümüzde insanların en büyük problemlerinden biri olan “kendini olduğun gibi sevmemek/sevememek” insanlarda psikolojik yaralara neden oluyor. Mükemmel vücut uğruna yapılan estetik operasyonların sadece fiziksel etkileri olmuyor ne yazık ki; “depresyonda olmak” terimini günümüzün en yaygın hastalığı olarak karşımıza çıkarıyor. Depresyonun ya da diğer psikolojik rahatsızlıkların tek sebebini güzellik anlayışı adı altında sığ bir şekilde toplayamayız tabii ki; fakat büyük bir etkisi olduğunu da es geçemiyoruz.
Günümüzde insanlar güzel olmayı zayıf olmakla eş değer tuttuğu için uzun saatler aç kalmaya, zorlu diyetler yapmaya, spor salonlarında saatlerini geçirmeye başladılar. Bu durumun bir sonraki aşaması zayıfladığın halde kendini ayna karşısında uzun süre izlemek ve gözlemlemek, aslında değişen fiziğinin farkına varamamak oluyor. Yani zayıflamayı kafasına koymuş biri istediği kiloya erişse bile kendini hiçbir zaman yeterince zayıf bulmuyor, işte bu durum mental sağlığımızın ne kadar etkilendiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu ergenliğin en yoğun yaşandığı 16 yaşında yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki yediğim bir lokmanın bile vücudumda büyük değişikliklere neden olacağını düşünüyordum. Benim için çok uzun sürmeyen bu durum başka insanlarda yıllarca devam edebiliyor ve maalesef sürekli değişen güzellik algısı, her dönem farklı bir şekilde piyasaya sürülen moda anlayışı da mental sağlığımıza pek yardımcı olmuyor. Buna ek olarak artan reklamcılık uygulamaları ve sosyal medya kullanımı da bu algının yayılmasını ve insanlar üzerindeki etkisini maksimum seviyeye çıkarıyor. Mesela haftalık herhangi bir dergiyi açıp baktığınızda içindeki makale ve röportaj sayısının birkaç katı kadar reklamla karşılaşıyorsunuz. Bu reklamlarda “Güzel olan bu” ve “Bunu almalısın” mesajı o kadar net ki bir süre sonra o ürünü ihtiyacınız olmadığı hâlde aldığınızı bile fark edebilirsiniz. Etkisi artan sosyal medya kullanımı -özellikle Instagram- ise bu piyasanın evlerimize, akıllarımıza girmesine kolay bir yol açıyor. Instagram uygulaması içerik olarak da fotoğraf paylaşma üzerine olduğu için direkt görsel algımıza işliyor. Bu durum da zaten büyük işletmelerin, reklamcıların en çok kullandığı yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak geçmişten günümüze kadar değişen güzellik algısına baktığımızda bu algının yayılmasının gün geçtikçe daha da kolaylaştığını görüyoruz. İşte bütün mesele, tarih boyunca değişen güzellik algısı, herkesin başka biri gibi olmak için kendi bedenini değiştirmeye çalışmasıyla hatta değiştirmek zorunda hissetmesiyle sonuçlanıyor. Tarih öncesi zamanlardan günümüze kadar geldiğimizde fark ediyoruz ki; değişmeyen tek şey “moda” adı altında insanlara neyin yakıştığını ya da yakışmadığını söyleme eylemi.
Yazdığım bunca şeye dönüp baktığımda benim fark ettiğim şey ise zaman zaman da olsa güzel olmak uğruna kendime, kişiliğime kötü davrandığım ve kendimi olduğum gibi kabul etmediğim. İlk çıktığında beğenmediğim bir şeyi bir süre sonra almak istediğimi anladığım zaman, benim de bu sektöre destek çıktığımı fark ettim. Bunca yıldır değişen ve bizlere empoze edilen güzellik algısını gerçekten istediğimiz şekilde yonttuğumuz ve toplumsal baskıyı da yıktığımız günlere gelmeyi umuyorum. Çünkü bu kervan böyle devam ettikçe gerçek benliğimizi asla bulamayacağımız oldukça aşikar.
Kendinizi gerçekten tanıdığınız ve beğendiğiniz güzel günler dilerim!