İYİ AKŞAMLAR

0
2302

Yazıya nasıl başlayacağını bilemeden başlamak kadar ‘baş’tan yoksun bir -lan’gıç’lık  ancak Ferhan Şensoy’la ilgili bir yazıda mümkün olurdu. Hayır bunu yapmayacağım, bilenlerce malumdur, kelimelerle çelik çomak oynar gibi oynar Ferhan Şensoy ama ben onun hayran olduğum üslubunun lezzetini okuyan, okuyacak ve okumuş olanların sayfaları yalayan parmak uçlarına bırakıyorum. Yaz geliyor yazıyorum diyen adamı görüşümüze ve bu yazının asıl konusu olan bu adamı niye görmek istediğimiz konusuna gelirsek, o mevzu yazık ki bir kış gecesine rast gelir.

Henüz olağan uzunluğunda bir Halk Tiyatrosu Şenliği Komitesi toplantısıydı. Buna mukabil Ankara’nın olağandışı soğuğu bir 12 Kasım akşamı topluluk Baraka’sının camlarına şiddetli ve ıslıklı öpücükler bırakmakla meşgul ve 17 Mart’ta başlayacak bu şenliğin yolunu “Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncular Ekolünün Türk Halk Tiyatrosuna Etkileri” gibi tek nefeste iki yutkunma gerektirecek bir konunun ağırlığıyla madden ve manen kaplumbağa bir vaziyette adımlamaya başlamıştık. Henüz arşınladığımız kısımda bir miktar oyun izlemiş, bir miktar makale okumuş, doludan boşa koyup boştan tekrar doluya koyduğumuz berabere tartışmalarla en sonunda takkeyi önümüze koymuştuk. Takkede yerli yersiz bir sürü soru, kafalar salyangoz kabuğu olmuş düşünmekten ama kabuğun altında da bir yapışkan umut: “Acaba gelir mi şenliğe?” “Ama gelmez ki ya!”Herkes bu ağlak, sümüklü, çocuk umudun sesini susturmak peşinde velakin süreğen bir dürtükleme var. “Acaba gelir mi?” “Gelmez ya gelemez, başını kaşıyacak vakti yok adamın” “Ama ya gelirse?!” “İmkans-” “Bi’ ihtim-” “ Mümkün değ-” “Belki ge-” derken konuşmayı bilen ve hala aklını kullanabilen biri:

12 Kasım saat 20.00 Ferhangi Şeyler ODTÜ KKM’ de dedi.

-Saat şimdi kaç?

-9 buçuk.

Haydi o zaman yola koyulsun kavuksuz kaplumbağalar! İyi de oyun başlamış zaten nereye gidiyorlar niçin gidiyorlar? diye düşünce duvarlarını terletecek okuyucular için ter silecek bir bilgi verelim. Her Ferhangi Şeyler oyunundan sonra bir aksilik çıkmadıkça gelenek olarak okuyucularının evvelden aldığı yahut o gün oradan aldığı kitaplarını imzalar Ferhan Şensoy. Bunu bilen bizler de oyunun tahmini bitme süresine yakın orada olmak niyetiyle az yukarıdaki cümlelerde camları öpen soğuğun buselerinden kaça kaça KKM’ye koşuyoruz. Fakat mühim bir soru yapışıveriyor boynumuza. Ne diyeceğiz sıraya girince? Kitaplar evde imzalatamayız, misafire eli boş gitmek olmaz, Ferhan Ağbi sinirli, pide kuyruğunda bekler gibi imza bekleyen insanların önünde ona o an dert anlatılamaz…

-Mektup yazalım!

-Güzel fikir kim yazsın?

Soruya herhangi bir cevap verilmeden bu ilkel ama etkili ve romantik mektup fikrinin kutlama pastasının mumları mahiyetinde sigaralar yakıldı, çaylar koyuldu, insanlar dışarı çıktı ve ben yalnız bırakıldım. Saat 10.15’teyse elimizde zarfa koyulmuş ve altında numaram yazan bir mektup, bu sefer oyun salonundan dağılan asık suratları yara yara sahneye ulaşmak nafile çabası içindeyiz. Suratlar asık çünkü Rektör Verşan Kök ve Ferhan Şensoy arasında hiç âşıkça olmayan bir atışma vuku bulmuş ve bizim mektubun iletilmesi için posta kutusu görevi görecek olan imza sırası Sahra Çölü’nde bir bardak su. Biz de Sahra Çölü’nü orada bırakıp Ankara buzulunun içinden KKM’nin otopark kapısına koştuk.  Yelkovanın akrebin koluna girmesine 5 kala, nefeslerimizin buğusu donup katılaşmaya başlamışken artık ve içimizdeki ağlak, çocuk umudun sümükleri yeşil sarkıtlar yerleştirmişken burnunun ucuna, hummalı dekor taşıma işi bitti teknik ekibin ve kamyonetin arka kapağı kapandı ardında ‘Beyoğlu Delikanlı’sı. Ayaz ritimsiz bir nağme tutturmuş Ferhan Ağbi’yle aramızdaki sessizliği dolduruyordu. Ufaktan bıçkın ve zeminin sağlamlığını topuklarıyla yoklarvari adımlar atıp duraksadı. Tecrübeli bir boksörün rakibini tartması gibi birkaç göz bebeği darbesiyle tekinsiz tipler olmadığımızı anlayıp taklit etmesi zor, şahsına münhasır diksiyonuyla: “İyi akşamlarr” biz de başımızla “İyi akşamlar” elimizle mektup, usulca aldı, yeleğinin cebine attı, siyah panelvanın sürgülü kapısı kapandı, oturup yaktığı sigarasının ilk nefesinin dumanına takılı gözlerimize arabanın egzozu karıştı. İçimizde sümküren umutlu çocuk 40 yıllık mahpusluğa döndü bir anda, sağa sola sinirli voltalar atıyor, tespihi bile var haylazın. Başladı bekleyiş. Ertesi gün öğlen sularında, yazması ayıp, Ankara Kanalizasyonlarıyla dolaylı bir muhabbet içindeyken mabadım, çaldı telefonum. 0312’li bir numara var ekranda, fevkâlade eminim resmi veya reklam amaçlı bir uyuzluğa maruz kalacağımdan ama buna maruz kalmak içinde tuvaletten daha uygun bir yer olamaz:

-Alo

-Merhaba Ferhan Şensoy!

Ben kendimin Ferhan Şensoy olmadığının ziyadesiyle farkındaydım, fakat hattın ucundaki ses tabii olarak onu andırıyordu. Acaba  münasebetsiz bir arkadaşımın?…

-Efendim?

-Ben Ferhan Şensoy, mektubu siz mi yazdınız? dedi. Gayri ihtiyari ayaklandım. Hacetlenen bir flamingo nasıl durursa dizlerim öyle kırık, ikna oldum artık, 2 metrekare tuvaletin içinde sesim Büyük Kanyon’da yankılanıyor gibi çıkmasın diye, elimden gelen her şeyi ardıma koydum. Kafada volta atan sümüklü haylaz nasıl mutlu ama, değme keyfine. Hala fısıldıyor oradan: “Acaba gelir mi?”

Sen bir dur, derdimizi anlatalım.”Hişşt sor sor gelir mi?….” (burada birkaç saniye bekleyip alt satıra bakmamaya çalışırsanız heyecanın yükseleceğine dair bir düşüncem var)

Nihayetinde bir süre konuştuk, kim olduğumuzdan, ne yaptığımızdan, okuduklarımızdan okuyamadıklarımızdan bahsedip kapattık telefonu ve Ferhan Ağbi/Bey/Hoca, en doğrusu Hoca galiba, Ferhan Hoca gelemedi. Ama biz umut defterini mumla mühürlemedik hala. Bizim için Güle Güle değil hala Godot’ya…   

Meraklısı için mektubu iliştiriyorum yazının sonuna, buyursunlar:

Biz çok karagöz kırmızısı ufukların ve bin renkli tiyatro sevdasının pastavından tutmuş genç ve heyecanlı yürekler, Ankara’ya uğramaz martıların kanadından cesaret alıp serdik önünüze derdimizi. Halk Tiyatrosu diye yumup geceyi kirpiklerimizde, kabare diye kavuk diye açtık sabaha gözlerimizi. Çaylakça bir sevgi bu, biraz hayranlık, biraz nostalji çokça merak dolu bu sözlerimizde Bakkal Abla’ya aşık Şerefsi bir ürkeklik de var elbet. Ferhan Abi “ne lan sizin derdiniz DallYork’lar” der gibidir şimdi gözlerin ama dur hemen sinirlenme vur sen şarabın gözüne gözünün neresi olduğunu çok bilmeyerek. Derdimiz seni öğrenmek abi, kabareyi, Dümbüllü’yü, Haldun Taner’i, Meddah’ı anlamaya ve anlattığınca bilmeye çalışan fakirler olarak seni öğreniyoruz hü. Çalakalem girip mektuba biz gençlerin yaşamına “Çin mürekkepleriyle yazıldın Çin Sedsiz” biz de seni öğrenmeyi iş edindik hü. Tutup elimizden anlatırsan en birinci tekil şahıstan, gösterirsen öykünün köşe taşlarını bize, bu çakmak gözlerimiz alev alır sanki Prometheus.

İşin es’ini ve pri’sini başka bir tarafa  bırakırsak ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu’yuz biz. 1961’de derilmiş öykümüz, o günden beri Halk Bilimi’ni ve ötesinde Halk Tiyatrosunu anlamaya çalışan gençleriz. Elden geldiğince okuduk,bozduk,çizdik, oynadık. Bu sene Halk Tiyatrosu Şenliği’nde-ki bu şenlik henüz  3 yaşında bir çocuk- Tanzimat sonrası Türkiye’sinin uzun tiyatro davasının   köşe taşlarından biri olarak sizin oyunlarınızı ve tiyatro anlayışınızı anlamaya, modern halk tiyatrosuna verdiğiniz yönü kavramaya çalışıyoruz. 2019 Mart ayında doğum günü tekrar bu şenliğin. Bu yolda ışık olacak her söz ve işaret fişeğiniz makbule geçer.

Umur Gerenli

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz