Günümüzde Afganistan denince çoğunuzun aklında canlanan görüntü aynıdır: savaş, radikal islamcılar, yokluk ve uyuşturucu ticareti ile boğuşan son derece kötü durumda bir ülke. Eğer sizin de Afganistan hakkında düşündükleriniz bunlarsa sizi suçlamak pek doğru olmaz; çünkü bunlar gerçeklikten çok da uzak olmayan yargılar maalesef. Peki Afganistan tarih boyunca şimdiki gibi savaşın ve yokluğun pençesinde miydi? Aslına bakarsanız çok değil, 40 yıl öncesine kadar Afganistan’daki durum bundan fersah fersah uzaktı; ta ki 1978’de Sevr Devrimi gerçekleşene ve arkasından gelecek olaylar bir ülkenin kaderini değiştirinceye kadar.

Öncelikle modern Afganistan’ın tarihine ve Sevr Devrimi’nden önceki politik durumuna bir göz atmalı. 19 Ağustos 1919’da Kral Amanullah Han, Rawalpindi antlaşmasıyla birlikte Afganistan’ın bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu ilan etti. Kral Amanullah Han, köleliğin kaldırılması ve ilköğretimin zorunlu hale getirilmesi gibi önemli reformlara imza atmasının yanı sıra Avrupa’ya ve yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne de ziyaretler düzenleyerek Afganistan’ın çağdaşlaşmasındaki ilk adımları atmış oldu. 1928-1929 yıllarında gerçekleşen Afganistan İç Savaşı esnasında görevden çekilen Amanullah Han’ın yerine Nadir Şah geçti, kendisi 1933’te Abdul Khaliq tarafından öldürüldükten sonra da tahta Nadir Şah’ın 19 yaşındaki oğlu Zahir Şah geçti. Zahir Şah, yaklaşık 40 yıl boyunca ülkenin başında kaldıktan sonra 1973’te kendisi İtalya’dayken kuzeni Davut Han tarafından darbe gerçekleştirilip cumhuriyet ilan edilince Afganistan’ın son kralı sıfatıyla tahttan indirildi. Davut Han böylece Afganistan Cumhuriyeti’nin ilk hükümetinin başına geçti.

Mustafa Kemal Atatürk ve Amanullah Han

Bütün dünyayı baştan ayağa etkileyen Soğuk Savaş döneminde Afganistan denge politikası izleyerek iki blokla da arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Sonraları Davut Han, SSCB ile ilişkiler iyileştirilirse Afganistan’ın Kuzeybatı Pakistan’daki Peştun topraklarına hakim olabileceğine ikna oldu; fakat hala tarafsız bir politika izleme amacında olan ve SSCB’nin Afganistan’ın içişlerine karışmasına karşı çıkan Davut Han bu tutumundan taviz vermeyince SSCB ile Afganistan hükümetlerinin arası bozuldu.

Davut Han ve ABD Başkan Yardımcısı Nixon, 1958, Washington D.C.

Komünist bir oluşum olan ve Sovyet destekçisi olan Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) ile Davut Han hükümeti arasındaki gerilimler bu süreçte tırmandı. ADHP içinde iki kanat vardı: görüşlerinde milliyetçi ve militarist unsurlar barındıran Perçem -ki “perçem” Farsçada bayrak anlamına gelir- ve daha çok sınıf mücadelesine odaklanan Halk kanadı. Bu iki kanat arasındaki gerilimin artışı, bu süreçte iki fraksiyonun Davut Han’a karşı Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafında birleşmesiyle son buldu. 1973’te Davut Han’ın başa geçmesinde de rol oynamış olan ADHP’nin hükümetteki üyeleri ilerleyen senelerde bir bir görevden alındılar, tutuklandılar ve 17 Nisan 1978’de Perçem kanadı lideri Mir Akbar Khyber’in öldürülmesiyle birlikte gerilim zirveye ulaştı. Davut Han hükümetinin suikasti kınamasına rağmen Khyber’in öldürülmesinde parmağı olduğu iddiaları yayılıyor ve hedefin aslında tüm ADHP olduğu söyleniyordu. Khyber’in cenazesindeki büyük çaplı protestolardan sonra hükümet ADHP’nin yöneticilerini hapse atmıştı ama ordu içindeki bazı ADHP yanlısı yetkililer hükümeti devirebilecek bir darbe organize etme fırsatını bulmuşlardı.

Nisan 1978’de Davut Han’ı komutanlarından biri yakın bir zamanda, özellikle 27 Nisan’da, bir saldırı olabileceği konusunda uyardı ve başkanlık sarayı olan Arg’ın etrafına tanklar yerleştirilmesini önerdi. Davut Han bu öneriyi kabul etti, yalnız bilmediği şey şuydu ki komutanı Halk cephesiyle önceden anlaşmıştı ve tankların namluları o gün geldiğinde Davut Han’a çevirilecekti. 27 Nisan 1978 günü öğlen saatlerinde başkent Kabil’de tanklar, üniformalı askerler ve göğe yükselen dumanlar görülünce olağan dışı bir şeyler olduğu anlaşıldı, öğleden sonra jet uçaklarının Arg’ı bombalamasıyla birlikte işin rengi ortaya çıkmıştı ve akşam saatlerinde devlet radyosundan Halk kanadının hükümeti ele geçirdiği duyurulunca ADHP’nin darbe yaptığı anlaşılmıştı. Hükümetteki bazı isimlerin yanı sıra Davut Han ve kardeşi de 28 Nisan sabahı ölü olarak ele geçirilmişti, ikisi de savaşarak ölmüşlerdi. 

Sevr Devrimi, adını Fars takviminin ikinci ayı olan Sevr’den alır ve her ne kadar adında “devrim” geçse de Çarlık Rusya’sında gerçekleşen Ekim Devrimi’nin aksine işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşmemiştir. Sevr Devrimi’nin bu özelliği, onu Proletaryen Bonapartist bir çizgiye yakın hale getirir. Bu fenomen, ordunun yönetime el koyması suretiyle ekonominin ve kaynakların ulusallaştırılması ve toprak beyliğine son verilmesi şeklinde vuku bulur; iktidar işçi sınıfının elinde değil, tek parti asker-polis diktatörlüğündedir.

Devrimden sonra hükümet reformlar yapmak için kolları sıvadı, çünkü ülkede sosyal ve ekonomik açıdan oldukça sorun vardı. Okuma yazma bilenlerin oranı sadece %5 civarındaydı, ülkenin çoğunun dağlık olması nedeniyle 160 milyon metrekarelik alanın yalnızca %12’si tarıma elverişliydi -imkan yetersizliği nedeniyle bu alanların da %40’ına ekim yapabiliyordu- ve tek bir köyde bile elektrik yoktu. İlk iş olarak ekonomi ulusallaştırıldı, sonrasında bunu toprak reformu takip etti, kadın-erkek eşitliğini sağlamak için o zamana kadar hiç duyulmamış önemli reformlara imza atıldı.

Ne var ki devrim başarıdan oldukça uzak kaldı. Hali hazırda ölü doğan devrim, Kabil dışındaki bölgelerde kendine yeterli destekçiyi bulamadı. Hükümette Perçem ve Halk kanatları arasındaki iktidar kavgaları devrimin üstünden çok geçmeden baş göstermiş, reformların çoğu sonuçsuz kalmış veya fiyaskoyla sonuçlanmış, hükümet karşıtları birer birer hapse atılmış ve kırsal kesimdeki cemaatler ve dinî liderler de ayaklanmaya başlamıştı. Bütün bunlar bir araya gelince Afganistan’ın en sonunda bugünkü durumuna gelmesine yol açacak olaylar silsilesi başlamış oldu.

Takvimler 24 Aralık 1979’u gösterirken Kabil’de Sovyet askerlerinin ayak sesleri duyuluyordu. SSCB lideri Leonid Brezhnev, Afgan hükümetinin itirazlarına rağmen 40. Ordu’nun Afganistan’a müdahale etmesine karar vermişti. Sovyet orduları darbe düzenledikten sonra Halk kanadını indirerek Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin başına yöneticisi Perçem kanadından Babrak Karmal olan bir kukla hükümet geçirmişti. Sovyetlerin bu hareketinin nedenleri arasında o sene İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’nin sonucu olarak Afganistan’daki dinî hareketlerin güçlenmesinden ve devrimin başarısızlıkla sonuçlanmasından duyduğu endişe de yer alıyordu, aslında bu endişeleri pek yersiz sayılmazdı zira 1979 sonbaharında mücahitler çoktan ülkenin çoğunluğunu kontrolü altına almıştı bile.

SSCB’nin Afganistan’ı işgali 1989’a kadar sürecek olan Sovyet-Afgan savaşını da başlatmış oldu. Mücahitleri ABD, İran ve Çin gibi devletlerin desteklemesiyle birlikte Afganistan’da işlerinin çok zor olduğunu anlayan Sovyetler yanılmamışlardı, 1989’da ülkeden tamamen çekildiklerinde arkalarında büyük bir enkaz bırakmışlardı ve 1991’deki çöküşlerinde Afganistan’daki başarısızlıklarının da payı vardı. Ruslar da “İmparatorluklar Mezarlığı”ndan çıkamamıştı.

Afganistan’daki savaş Sovyetler çekildikten sonra bitmemişti; tam aksine günümüze kadar uzanacak ve ülkenin yakasını bırakmayacaktı. Tek başına kalan ADHP hükümetinin karşısındaki mücahitler 1992’ye kadar süren Afgan İç Savaşı’nı kazanmış ve Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin yerine Afganistan İslam Devleti kurulduğunda devrim de resmî olarak başarısızlığa uğramıştı. İlerleyen yıllarda mücahitler arasında da savaşlar çıkacak ve Taliban’ın da sahneye çıkmasıyla birlikte Afganistan bugünkü konumuna gelecekti.

Sevr Devrimi’nin başarısızlığı bütün dünyaya ve bilhassa sosyalistlere büyük bir ders oldu. Afganistan’ın sosyal ve ekonomik açıdan sahip olduğu kendine has dinamikleri nedeniyle ülkedeki işçi sınıfı çok küçük ve güçsüzdü, organize olmaktan da bir hayli uzaktı; bu nedenle devrimin başarısızlığa uğraması kaçınılmazdı. Uluslararası bir devrimin eksikliğinden ve güç kaybeden doğu blokundan dolayı Afganistan dış dünyadan izole bir durumda kaldı ve Stalin’in tek ülkede devrim teorisi işleri sadece daha kötü hale getirdi. İktidar kavgalarıyla birlikte de ülkenin savaş alanına dönüşmesi için bütün şartlar sağlanmış oldu.

Ülkede karşı devrim ve sonucunda ortaya çıkan mücahit gruplar, emperyalist güçler tarafından desteklendi ve Afganistan’daki birçok kaynak sömürüldü. Daha sonra bu grupların düzenlediği 11 Eylül gibi saldırılar bahane edilerek Afganistan’a tekrar müdahale edilmesi uluslararası kamuoyunda haklı gösterilmeye çalışıldı. Bu radikal islamcı gruplar, günümüzde sadece Afganistan değil bütün bölgenin üzerinde bir kara bulut gibi dolaşıyor.

Afganistan’da yıllarca süren savaştan kaçan milyonlarca insan çevre ülkelere sığındı, kimi İran’daki kamplarda çok kötü şartlar altında yaşamaya mahkum oldu kimi ise Pakistan’a sığındı, şanslı olanlarsa başka ülkelerde kendilerine yeni hayatlar kurdular. Vatanlarında kalanlar ise Afgan olmanın cezasını bugün silahların gölgesi altında yaşamaya çalışarak çekiyor.

KAYNAKÇA

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz