Taika Waititi’nin çıktığı andan itibaren derin bir tartışma denizine düşen ve bir şekilde boğulmaktan paçayı kurtarıp en iyi uyarlama senaryo Oscar’ını kucaklayan filmi Tavşan Jojo. Hitler’i ve tarihin en korkutucu dönemini bir çocuğun gözünden ve mizahi açıdan ele almış olması, o kadim soruyu tekrardan ortaya çıkarmış oldu: Her şeyin mizahı yapılır mı?

Tavşan’ın Şapkasından Hitler Çıkarmak

Tavşan Jojo Nazi Almanya’sında faşist bir çocuğun büyüme hikâyesini konu alıyor. Saflığın simgesi olarak yıllarca kullanılmış çocuk figürünün bu sefer faşistlikle sunulması oldukça tuhaf bir durum. Bu sebeple Waititi filmi mizahi bir dille seyirciye sunmayı amaçlıyor. Buradaki mizahı da Hitler ile çocuğun oluşturduğu hayali arkadaşlık üzerinden kuruyor. Açıkçası Waititi’nin kurmuş olduğu mizahın çok riskli olduğunu ama bir o kadar da işe yaradığını düşünüyorum. Hitler’e hayali de olsa sempatik (!)bir tavır takındırmasına rağmen politik açıdan doğru yerde konumlanmak gerçek bir cambazlık gerektirir. Bu denli karanlık bir dönem komedi unsurlarıyla perdeye aktarılacaksa bunu bir çocuğun zihninden görmek oldukça ters köşe ve zekice. Tavşan Jojo, sınırlarda dolaşan ve sanıldığı gibi naif olmayan bir film. Ne absürtlüğün dalgasına kapılıp savruluyor ne de çocuklar üzerinden sunduğu anlatıda kolaya kaçıp sakin sularda yüzüyor. Hatta birçok savaş filminde bütün duygu yoğunluğunun kurulduğu ölüm sahneleri, patlayan bombalar ve yıkıcı tiratlar burada fazlasıyla olağan bir mizansenle gösteriliyor. Yani öyle toz pembe bir tavrı yok Tavşan Jojo’nun. 

Waititi sadece filmi tasarlarken değil perdeye aktarırken de incelikli bir yapı oluşturmuş. Öyle ki filmin senaryosunda gerçekten dâhiyane notalar görmek mümkün. Çocuksu değil, sert değil,  korkak bir mizah hiç değil. Tek tek ele alındığında sakil durabilecek diyalogların filmin bütünüyle olan uyumu senaryodaki cevheri göstermeye yetiyor.

“Nazi olmak için hiç iyi bir zaman değil. Yahudilerden daha kötüsü de varmış, Ruslar.”

Örneğin bu replik oldukça bayağı bulunabilir. Fakat savaşın getirdiği kaotik ve korkutucu bir alanda, sözler çocuğun ağzından döküldüğünde sahne filmin geri kalanıyla bütünleşiyor ve böylece Waititi’nin ne yapmaya çalıştığını ve nasıl bir üslup benimsediğini en konsantre halde görüyoruz. Şöyle de diyebilirim, filmin her sahnesi ayrı bir resmi barındıran yapboz parçaları. Tüm parçalar yerine oturtulduğunda ise ortaya yepyeni bir resim çıkıyor. 

Waititi’nin doğru malzemeleri de çok iyi yoğurduğunu görüyoruz. Oldukça zor tutturulacak bir kıvamı yakalamış diyebiliriz. Bu kıvamı yalnızca üslubunda görmüyoruz tabii. Görsel açıdan takıntılı derecede hassas tercihleri de filmi lezzetlendiren baharatları olmuş. Kullanmış olduğu renk paleti Wes Anderson’a nazire yapacak bir cümbüşe alan açıyor. Nazi Almanya’sında geçen bir filmin boğazımıza oturacağını düşünürken, karşımızda farklı tatlardan bir ziyafet bulmamız tuhaf kaçabilir. Ancak Taika Waititi’ye diğer işlerinden aşina olanların bu hissi anladıklarına eminim. 

Perdedeki Faşizm ve Tehlikeli Sular

Sinemasal meziyetleri bir kenara bıraktıktan sonra sakıncalı yerlere giriyoruz: Tavşan Jojo acaba bize ne söylemek istiyor ve bunu nasıl söylüyor? Filmin temeline indiğimizde üzerine düşünülmesi gereken bir fikir karşılıyor bizleri. Faşizmin, yaşandığı dönem içerisinde bir çocuk için bu denli korkutucu olmadığını görüyoruz. Çünkü şu an idrak ettiğimiz Nazi dehşeti, o yaştaki çocuğun sahiplenebileceği türden bir kavram değil. Waititi, filmde çocuğun hayali arkadaşı olmasını da kullanarak Hitler için budala bir portre çizmiş. Şapşal ve korkak bir palyaço gibi resmedilmiş. Kan donduracak kadar kötü bir insanı bu kadar basit bir yolla karikatürleştirmesi izleyicileri de ikiye bölüyor.

Filmin ilk tartışması da böylece başlamış oluyor. Filmin açılışı “Heil Hitler!” selamını alaya alan bir sekans. Selamın tekrarı üzerinden bir salaklık parodisi yapılıyor. Ardından da Nazilerin kötü olmalarından çok aptallıklarıyla, planlı faşistten ziyade güdüleriyle hareket eden holigan tiplemeleriyle komedisine devam ediyor. Nazi olmanın bir geri zekâlılık olduğunu söylüyor açıkçası. Faşizmi, bilincin dışında bir yoksunluk sonucu ancak fanatizmle ortaya çıkabilecek bir ideoloji gibi göstermek, film için yanlış bir çizgi olabilir. Etik açıdan değerlendirmede bulunanlar böylesi bir kötülük timsali karşısındaki tutumun ciddiyetsiz, kışkırtıcı ve tehlikeli olduğu fikrinde birleştiler. Tavşan Jojo filmine bu denli bir sorumluluk yüklemek doğru mu, bu da tartışılır. Ancak bu ve türevi tartışmalar toplumsal tabuların sorgulanması bakımından oldukça faydalı.

“Kutsalımıza Dokunmayın (!)”

Dünyamızda hala süregelen faşizmin sinemaya aktarılması her zaman büyük riskler gözetti. Hele ki bu durum toplumların hâlâ açık yarası halindeyken. Ancak İkinci Dünya Savaşı filmleri artık drama janrıyla konvansiyon haline geldiği için bu düşünce ortadan silinmişti. Elimizde gayet didaktik ve iç parçalayıcı savaş filmleri vardı. Gel gelelim Tavşan Jojo bu sinemaya beyaz bir sayfa çekti. Filmin kullandığı absürt mizah kimileri tarafından yaratıcı bir fikir olarak savunulsa da kimileri için alaycı ve ahlaksız bir üslup olarak nitelendirildi ve hala tam bir cevap bulunamayan o hazin soru tekrar gündeme geldi: Her şeyin mizahı yapılabilir mi?

 Bu soruya Ricky Gervais’in çok iyi bir cevabı var aslında: “Depends on the joke.” Önemli olanın şakanın komikliği ve parıltısı olduğunu düşünüyor usta. Ancak son dönemde popülerliğini iyiden iyiye artırmış politik doğruculuk burada da karşımıza çıkıyor. Aslına bakarsanız yer yer oldukça işlevli bir kavram politik doğruculuk. İnsanların kabul edilemez fikirlerini ortaya öylece bırakamamaları adına doğru bir medeniyet çomağı sayılabilir. Fakat bunun önünü almak da bir hayli zor. Herhangi bir kutsalı mizah ile eleştirmek veya trajik bir olayı mizahi bir dille sahnelemek büyük bir öfke ile karşılanıyor. Tavşan Jojo’nun maruz kaldığı durum da tam olarak bu. Filmin komedi dilinin yetersiz görülmesi ya da şakaların sığ bulunması anlayışla karşılanabilir. Zaten bu durum kişisel zevkler ile etiketlendiği için tartışmanın da bir anlamı yok. Fakat “Toplumların acılarıyla nasıl alay edersiniz?” gibi beylik lafların oldukça muhafazakâr olduğu yadsınamaz. Bu kafa yapısının küçük çaplı bir zorbalık olduğu da düşünülebilir. Öte yandan yıllarca karşısında sindiğimiz faşizm olgusunun kazılarak özünden çıkarılan komedinin bizleri özgürleştirdiğini söyleyebiliriz. Yıllanmış korkularımız karşısında güvenle atılan bir kahkahanın çaresizce atılan çığlıklardan çok daha etkili olacağını görebiliriz böylece.

KAYNAKÇA

Onaran, G. (2020). Naziler Arasında bir Tavşancık. Altyazı Dergisi, 193, 46-48

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz