“İki insanı, bir üçüncüyü ezmek kadar birbirine yaklaştıran bir şey var mıdır şu dünyada?”
Ben, sen, o, biz, siz, onlar. Günümüzde yalnızca birer zamir olmaktan alıkonulmuş ve içi çürük anlamlarla doldurulmuş sözcükler. Bu naif kelimeler, insanları belli biçimlerce öbeklemek ve var olan özgürlüğe ket vurmak amacıyla kullanılan ötekileştirme vurguları haline geldi. Yükselen kimlik siyasetiyle birlikte göz ardı edilemeyecek kadar ayrıştırıcı roller oynamaya başladı. Tıpkı La Haine filmindeki ikonik sahnede olduğu gibi: “Bu Dünya Sizin / Bizim. Peki ya sahiden bu dünya kimin?
Düşen Bir Toplumun Hikâyesi
“50 katlı binadan düşen adamın hikâyesi. Her katta kendini rahatlatmak için şunu tekrar eder: Şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda. Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.”
Neredeyse 26 yıl önce seyirciyle buluşan ve o günden bugüne vuruculuğundan hiçbir şey kaybetmeyen Mathieu Kassovitz filmi: La Haine. Fransa’nın kenar mahallelerinden birinde yaşayan ve tıpkı mahalleleri gibi kendileri de kenara atılan üç genci merkezine alıyor. Ancak öylesine evrensel bir film ki yalnızca Fransa’da değil birçok toplumda görülen örselenmiş azınlık için açıyor isyan bayrağını. Sistemin sınıfsallığını, dışarda bırakılmanın vermiş olduğu öfke ve nefreti kullanarak işliyor. Gösterdiği duruşla “her sanat eseri işlenmemiş bir suçtur” gibi protest bir tanımı sonuna kadar hak ediyor.
Paris gettosunda yaşanan polis ile halk arasındaki çatışma sekansıyla açılışını yapıyor filmimiz. Polis şiddetini ve karşılığında gelen isyanı gerçek görüntülerle belgesel çarpıcılığında seyrediyoruz. Ardından Abdel Ichaha isimli gencin sorgu sırasında dövülerek ölüme yaklaşması haberiyle isyanın boyutu artmaya başlıyor ve üç ana karakterimizin ruhsal dışavurumlarını gerilim dolu bir hikâyeyle takip ediyoruz.
La Haine, politik anlatısıyla da oldukça kıymetli bir film. Banliyö kültürüne korunaklı evimizin kapı deliğinden bakmak yerine mahallenin tozunu yutarak izliyoruz yaşananları. Hollywood’un gerçeklikten uzak propaganda filmlerinde siyahiler iyi müzik yapan palyaçolar, yoksullar ise lağım çukurunda yaşarken zengin sınıfa imrenerek bakan lümpenler gibi gösterilirdi. Burada ise yoğun bir kültür özümsemesi yaşıyoruz. Doğru sebep-sonuç ilişkileri kuruyoruz. Böylece filmin her dakikasında banliyö halkıyla birlikte yumruğumuzu sıkıyor ve yaşadığımız katarsisle birlikte aynı öfkeden besleniyoruz.
Öfke – Nefret Diyalektiği
La Haine için pek çok okuma yapılabilir ancak bu iki kavram üzerinden felsefi bir tartışma şu ana kadar pek işlenmedi. Aristoteles’e göre öfke ve nefret arasında derin farklar vardır. Öfke, insanın başına gelen şahsi bir olaydan kaynaklanır. Yani kişisel ve somuttur. Nefret için ise şahsen zarar görmüş olman gerekmez. Basmakalıp tiplemeler üzerinden birinin belli bir tür insan olduğu fikri nefret için yeterlidir. Fakat aynı anda ikisine birlikte sahip olmak da zor değildir. Öfkenin yıllanması sonucu nefretin ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Vinz, Said ve Hubert isimli bu üç farklı karakter aslında tek bir insandaki duygu karmaşasının ayrışmış tezahürü olarak da yorumlanabilir. Vinz’de kesinkes bir nefretin tanımını görebiliyoruz. Hubert’in sahip olduğuna gelirsek karşımıza yoğun bir öfke çıkıveriyor. Said ise kararsız ve ne hissetmesi gerektiğini tam anlamıyla sindirememiş bir karakter olarak göze çarpıyor. “Bu lanet sisteme katlanmaktan sıkıldım. Fare deliklerinde yaşıyoruz, siz bunu değiştirmek için ne yapıyorsunuz” diyen Vinz, Abdel’e karşılık bir polis öldürme fikrinden bahsediyor. Bu polisin kim olduğu önemsizdir. Herkes aynı çarkın dişlisidir ve kim olduğuna bakılmaksızın yok edilmesi gerekir. Hubert ise ona şu sözlerle karşılık veriyor, “Okula gitseydin eğer, nefretin nefreti beslediğini öğrenirdin.” Hubert film boyunca bu sözün tutarlılığını korur. Göstermiş olduğu şiddet kişiseldir. Şahsiyet barındırdığı anlarda öfkesini kullanır. Said ise ne öyle ne böyledir. Kof bir nefreti içinde barındırır ancak Paris sokaklarında bir polisin ona iyi davranması sonucu “domuzlar burada pek kibarlar, bana Bayım dedi” diyerek durumdan hoşnut kalır. Çünkü o da bilemez tam olarak ne hissetmesi gerektiğini. Bizler ise film boyunca her üçünü de haklı buluruz. Çünkü farklı bakışların hepsini içimizde barındırırız. Bu fikirler doğrultusunda üç arkadaş film içinde kavga dahi etmelerine rağmen izleyici olarak ayrım gözetemeyiz. Bu tutarsız davranışımızın sebebi gördüğümüz üç hissin doğamızda var olmasından ve neden birlikte var olabildiğini anlayamamamızdan kaynaklanıyor olabilir.
Aynılar Aynı Yere, Ayrılar Ayrı Yere
Günbegün her şeyin sınıfsallaştığı; kültürel, politik, ekonomik ya da etnik farklılıklardan dolayı insanların ayrıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Çağımızın müzmin vebası olan sınıfsallaşma da her geçen gün şiddetini artırıyor. La Haine ise yüzümüze tokat gibi vuruyor bütün çarpıklığı. Olabilecek her türlü bölünmeyi içinde barındırıyor. Bir Yahudi, bir Arap ve bir siyahiden oluşan; ekonomik ve kültürel açıdan alt kademeye mensup üç arkadaş. Sistemin bir şekilde statükoyu koruması gerektiğinden devlet destekli polis şiddeti de yönünü bu kesime yöneltmiş durumda. Düzenin sahip olduğu tüm silahların namlusu onlara dönmüş şekilde bekliyor. Bertolt Brecht’in “Öldürmenin pek çok yolu vardır. Karnınıza bir bıçak saplayabilir, elinizdeki ekmeği alabilir, hastalığınızı iyileştirmeyebilir, sizi berbat bir evde yaşamaya zorlayabilir, ölesiye çalıştırabilir, intihara itebilir, savaşa yollayabilirler vs. Memleketimizde bunların pek azı yasaktır.” sözüyle birlikte filmi düşündüğümüzde söylenen her ihtimalin gerçekleşebileceğini görüyoruz. Sahiden hayatta öldürülmenin pek çok yolu var ve La Haine de bunu söylemekten kaçınmıyor.
Filmin asıl gayesi ezilenin nefretinin ne kadar meşru olduğunu anlatmaktır. Adeta bir direniş manifestosudur. Tabii buna karşılık bir çözüm sunmaz veyahut bir umut ışığıyla aydınlatmaz önümüzü. Ancak o ışığı elde etmemiz gerektiğini hissettirir bizlere. Direne direne söküp almamızı ister. Çünkü dünyamız varsın renklerle dolu olsun, etrafımızı aydınlatan bir ışık yoksa göreceğimiz tek şey karanlık olur.
Kaynakça
Canıgüz, Alper (2016). Gizliajans. İletişim Yayınları.
Mirza, A. (2016). Kenar mahalleliğin sinemadaki yansımaları. Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 1(2), 21-33.
Onların şiddeti, bizim şiddetimiz. (2020, June 6). vesaire. https://vesaire.org/onlarin-siddeti-bizim-siddetimiz/
Örgen, E. Protest Dil.
Özensel, E. (2020). Farklılıkların Birarada Yaşamasında Bir Sorun Alanı Olarak Ötekinin Ötekileştirilmesi. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (43), 369-378.